Fas'ın galibiyeti
Fas’ın
İspanya’yı yenmesi üzerine ortaya çıkan enstantaneler, her bakımdan ve
özellikle islam dünyasının zihni krizleri bağlamında üzerinde durulmayı hak
etmektedir. Futbolun bir seküler kutsal olarak insanları kitleselleştirdiği
gerçeğini bir kenara bırakalım. Daha çok kitlelerde yarattığı sanal sevincin
üzerinde en başta durulmalıdır.
Bu tür
eleştirilerde bulunduğumuz zaman, “insanların sevinmek hakkıdır” türünden
söylemlerle bir karşıt itiraz hemen gelmektedir. Ancak uzun vadede zihinsel
sömürgeleştirmenin tam da bu noktalarda işlediğini hatırlatmak lazımdır. Bir
öğrencim akademik çalışma için Ortadoğu ülkelerinden birine gittiğinde,
üniversite gençlerinin büyük oranda iki Avrupa takımının formalarının gardroplarında
bulunduğunu; bunlardan birinin galibiyetinden sonra o formayı giyerek dışarıda
sevinç gösterisinde bulunduklarını söylemişti. Doğrusu tam bir zihinsel işgal
durumu.
Bu anlamda
Fas’ın galibiyetine sevinmenin iki olumlu boyutuna atıfta bulunabiliriz. Birincisi,
burada alttan alta işleyen Müslüman dünyaya dair kimliğin kendisini
gösterdiğini söyleyebiliriz. İkincisi de, bu tür sevinçlerde açık ve örtük
biçimde bir yerliliğin de zihni arkaplanda işlediğini görmekteyiz.
Fas’ın
İspanya’ya galibiyeti üzerine takımın sahada secdeye gitmesi, ardından Filistin
için bayrağın açılması ve arkasından İstanbul başta olmak üzere dünyanın farklı
yerlerinde sevinç gösterilerinin yapılmasına şahit olduk. En başta söylemek
gerekir ki, bu galibiyet duygusu nihayetinde ertesi gün insanlar uyandıkları
zaman hayatın gerçeklerine yerini bıraktı: islam dünyasında yaşam eskisi gibi
devam ediyor.
Müslümanların
bugün davranış biçimlerini belirleyen kodlar farklı bileşenlerden oluşuyor.
Öncelikle çok uzun tarihsel süreç içerisinden süzülüp gelen İslam kültürü
gelenekle mezcedilmiş biçimde bir kod oluşturmaktadır. Hayata bakıştan sorun
halletme biçimlerine kadar bu kod işlemektedir. Fakat önemli bir bileşen de
müslümanların Batı modernitesi ile karşılaşmasından itibaren kendisini gösteren
ve yenilmişlik duygusuyla karışık geri kalmışlık fikri. Bu durum psikolojik
olarak müslümanların Batı(lı) karşısında duruş ve davranış kodlarını da
belirlemektedir.
Doğrusu Fas’ın
bir Avrupa ülkesi olan İspanya’ya galibiyetinin öncelikle yenilmişlik
duygusunun bir rövanşı olduğunu görmekteyiz. Yani “biz de yenebiliriz.” Bu,
müslümanların anlıksal olarak kendilerini iyi hissetmelerini sağlayacak bir
duygu üretse de, şatah halinden uyanınca Batı’nın İslam dünyası için hala
ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyal açıdan ideal bir yaşam biçimini
tanımladığı gerçeğini değiştirmemektedir.
Geçmişte
Eurovision şarkı yarışmaları toplumun epey ilgisini çekerdi. Avrupa’da toplumu
temsil eden kişi ya da grup ile seçilen şarkı bilhassa yerlilik bakımından
tartışılır idi. Şarkıların özellikle Batı’ya bir öykünme olup olmadığı
konuşulurdu. Fakat bu yarışmaların sonunda alınan mağlubiyet sonrasında en
fazla dile getirilen söylem, bizim “müslüman bir ülke olduğumuz” üzerine idi.
Zaten Avrupalılar bizi beğenmiyorlardı.
Tüm bunlardan
sonra Müslüman toplumların anlaması gereken en önemli gerçek, Batı’nın önüne
geçirecek bir ilmi müktesebattır. Bunun için üniversitelerin geliştirilmesi;
evrensel bilgi üreten ve tartışma yapan kurumlar haline getirilmesi üzerinde
durulmalıdır. Müslüman toplumların iyi bir gerçeklik yaratmak üzere sahip
oldukları potansiyeller kuvvetlidir.
Müslümanların
karşı karşıya kaldıkları sorunların farkındalığı kısmen ruh hallerinden
anlaşılabilmektedir. Fakat anlık sevinçler ve duygusallık (bunlar insanlar için
psikolojik olarak gerekli olsa da) yerini daha akılcı ve bilimsel bir yaklaşım
ve düşünce biçimine dönüştürmelidir.