Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.85
Gram Altın
2968.94
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
20 Şubat 2021

Farklılar aynılara saygılı mı?

Daha ikili insanî ilişkilerinde hakkaniyet ve adaleti umursamayan ve hep güya sosyalist, marksist, sosyal demokrat ve Müslümanları çokça ve bir arada görme turizmi için herkesi ülkemize bekleriz. İnanç ve ideolojilere karşı dışta aşırı savunmaca, içte samimiyetten uzak durmacanın nasıl bir hayat tarzı olduğunu görmek isteyen herkes için...

Bir aile, dahası ikili insani ilişkilerde bir vicdan hukukunu tutturamamış insanların bu hukuki dengeyi toplumsal planda oluşturmaları beklenmemeli… Bunların hemen hepsi her Allah’ın günü adalet diye slogan atarlar halbuki. Sloganlarına -tükürük sıçrama mesafesi kadar yaklaştığınızda; -ki bu günlerde çok tehlikeli- o çok bağıran şeyin diğerkamlık değil, bizzat ego olduğunu görürsünüz. Adalet; derken de sadece kendi adamlarına yetecek kadar bir adaleti kast ettiklerini hemen anlarsınız.

Şimdi ben diyorum ki; daha ikili, sadece ikili ilişkilerinde bile adaleti kuramayanların, bunu devletlerini kuşatan bir sistem olarak bekleme hakları yoktur! Hangi dünya görüşünden olursa olsun herkesin ortak noktası, müşterek kelimesi, birbirinden nefret edenlerin bile illa buluşması gereken o tepe değil mi adalet? Ya peki, herkeste, her kesimde kazılmış bu sığlık, bu çukurluk nedir? Nasıl çıkılacak içinden bu çıkar düzeninin?

Zor değil.

Çok zor.

Zor değil; en başta ikili ilişkilerde, ailede, aynı çatıyı paylaşanların arasında bir hakkaniyet var mı? Bir hak ve ödev, bir menfaat veya gönüllülük dengesi var mı? Bu başarılacak.

Sonrasında bu evden apartmana, siteye, kamusal alana çıkacak.

Devlete her gün adaleti emreden halk, acaba adaleti sivil anlamda, kendi içinde ne derece gerçekleştirebilmiş?

En çok ta “Farklı olana saygı yok, özgürlükler kısıtlanıyor! Deniliyor.

Herkes -henüz iş devlet kapısına varmadan- farklılığa -o farklılık her neyse, genel toplumsal düzeni bozup dağıtmadığı sürece- sevgili olmasa bile saygılı mı?

Hayır.

Pekâlâ farklı olanlar, birbirinden farksız ve aynı olanlara saygılı mı? Bugüne kadar bu hiç sorulmadı. Yoksa farklıyız diye, görmediklerini iddia ettikleri saygıyı kendileri de göstermeyi terk mi ettiler. Ya da çoğu zaman bir tepki görmedikleri halde hep tepkisel, kurgulanmış ve kimi çevreler tarafından da kullanılmak üzere kışkırtılmış bir saygısızlığı yaşam biçimi mi edindiler? Farklı olmak; kin ve öfkeyle, arsız ve yırtıcı olmakla özdeşleştirilemez, farklı olduğumuz için gördüğümüz saygısızlıkların daha fazlasını biz yapmamalıyız. Haklıyken haksız konuma düşmemeliyiz diyerek birbirlerini dengeli davranmaya davet eden farklılar neredeler?

“Farklılıklarımız zenginlik, onlara saygı duymalıyız!” dediğimiz kadar, farklı oldukları için kabullenilmediklerini iddia edenlere dönüp te; “Aynılıklarımız korunması gereken bir zenginlik, onlara da siz saygı duymalısınız ve kamusal huzuru bozmaktan vazgeçmelisiniz!” denildi mi?

Hayır. Denilmedi.

Toplumsal dengenin yitirildiğini kabul edelim.

Çoğunluğun azınlığa olduğu kadar, azınlığın da çoğunluğa saygısı gerekli. Ya da aynılığın farklılıklara olduğu kadar farklılığın da aynı olana saygısı…

Bir tek insan bile olsa, sayı önemli değil, bir hayvan, bir güvercin, karınca veya bir çimene saygı duyarak yaşamak zorundayız. Saygı hayattır. Hayata gelişe ve oluşa selam durmak ve sınırını bilmektir. Varoluşun kesin gereğidir.

Dünyada ve ülkemizde adaleti sağlayabilmek, sivil yaşamlarımızdan, mikro plan sosyalliğimiz hatta kendi benliğimizdeki güç dengeliliğinden geçiyor. Zıtlıklarımızın, farklılıklarımızın aynılıklarımızla, değişmeyenlerimizin değişkenlerimizle doğalda var olan dayanışmasını en başında biz bozuyoruz. Dış dünyayı bir dakikalığına unutalım; henüz bedenimizle ruhumuza karşı tasarrufumuzda bile bir denge tutturamayışımız, daha ikili ilişkilerimizde bile sevgi, emek, sorumluluk gibi önemli başlıklarda dengemizi kuramayışımız tabii ki kamusal alana da zıtlıkların dostluğu değil, birbirini yok etmesine kurgulanmış halde çıkıyor. Kamusal hayata bu halde çıkan bir toplum, daha kalbinde, evinde, sokağında, semtinde ve şehrinde dengeli yaşamayı başaramamış bir toplumun “nerde bu devlet?” demeye hakkı var mıdır?

Sanki devlet dedikleri şey; gökten zembille indirilmiş bir yapı…

Sanki adalet, bir sabah erken… Mucizevi bir şekilde inecek göklerden…