Farkına varmak
Fark etmekle başlıyor ve fark etmekle ayrılıyor özel olan. Görmek ve seçmek, ayırmak hepsi aynı eylemle başlıyor. Hayatın gizemi de böyle böyle çözülüyor. Sezmek ve anlamak yine fark etmek eylemiyle mümkün. Sevmek de öyle.
Farkına varanlar uyananlardır. Uyanan; görendir, bilendir, anlayandır.
Hayatın inişli çıkışlı yollarında bizi nelerin beklediğini bilemeden yol
alıyoruz. Fark etmek burada önümüzü açıyor. Geceleyin bir fener gibi. Gündüzü,
geceden ayıran nedir? Güneş. Evet, güneş
yoksa karanlıktasın. Peki, bunu fark ediyor muyuz? Yoksa dalıp gidiyor muyuz?
Bir an içinde bile fark edemediğimiz neler yaşanıyor? Düşünmüyor, fark
etmiyoruz. Bir uyku. Gaflet uykusu. Ve geçiyor ömür, kayıp gidiyor yıldızlar.
İnsan en çok unutan, en çok uyuyan canlı.
Sevmek de fark etmek değil midir?
Sevdiğinizi fark etmek, ona ayrı bakmak, ayrı
değer vermek, ayrı zaman ayırmak, ayrı tutmak, ayrı görmek… Saymakla
bitmez.
Farkına varanlarla karşılaşmak, yeni yollara çıkmak veya yeni yollar
açmaktır. Yeni yol, tazelenmek ve keşfetmektir de. Can bulmaktır. Güçlenmektir.
İçinizde biriken ne varsa ortaya çıkar. Fark bilindikçe keşif sürer.
Karamsarlık yok olur. Sever ve sevilirsiniz; sevinirsiniz, sevindirirsiniz. Ömrünüzün meyvesi olur sevilmek.
Fark etmek daha çok sezmekle mümkün gibidir. Sezginin içinde de derin bir kavrayış ve anlayış vardır.
Sezginin merkezi kalptir. His ile başlar, neticede akıl ile son bulur, bir kanaat hâsıl olur.
Görülmeyeni, bilinmeyeni fark etmek bu durumda
kalbin saflığına bağlıdır. Güzeli fark etmek yeterli sanılır ama çirkini
de tamamıyla reddetmek gerekmez mi? İyiyi
bilmek, doğruyu görmek yetmez, yanlışın da karşısında olmak gerektiği
gibi.
Fark etmek bazen ağır yüktür. Bir güzelin güzelliğinin farkına varması
öyledir. Güzel, güzelliğini biliyorsa en yüce ve en zor kale gibidir. Âşığın
hâli perişandır. Karacaoğlan, “Benim mecbur olduğumu fark etti/Zalım garaz
etti, kaçtı gelmedi” diyor. İşte bu dizelerde anlatılan güzel, kendi
güzelliğini fark etmiştir. Kendi farkına vardıkça daha da kaçacaktır. Bir
bakıma âşık, sevdiğine bir hakikati öğretmiştir. Güzel; farklıdır, erişilmesi
zordur, ona ulaşmak meşakkatlidir. Aynı
zamanda güzelin imtihanı da zordur. Çünkü o herkesten farklıdır ama bu rahatlık
değildir, çetin yollara çıkmaktır. En güzel meyvenin en çok taşlanması misali.
Farklı isen tüm gözler senin üzerindedir. Seni fark edenlerin hücumuna
uğrarsın. Ve cepheye döner hayat. Galip gelmek ne mümkün! Yenilirsin.
Acımasızdır hayat. Mertebe katetmek şöyle dursun, yerini zor muhafaza edersin.
Farklı olan kıskanılır da. Fark, üstünlüktür. Hayatın gizli mevzilerinden
gelecek saldırılara karşı her zaman hazırlıklı da olmayı mecbur kılar fark.
Farklı olanın hayatı gittikçe zorlaşır.
Anlaşılması güçtür, onunla iletişim kurmak da ayrı bir meziyet
gerektirir. Farklı olan kapatır kendini, kapanır içine. Bekler ki anlaşılsın.
Mümkün mü bu? Bu hayatta zor.
Fark eden, fark edilmeyi bekler.
Kapıyı çalan, kapının açılmasını beklemez mi? Böyledir bir kalbin, bir kalbe
sızması da. Sezmek, bilmek, görmek, anlamak, ayırt etmek, seçmek ne dersek
diyelim, muhatap olunmak ve bulmaktır derdimiz. Fark etmek, fark ettiğimizin
dışındakileri bir tarafa bırakarak sadece ona odaklanmaktır. Bir tutku hâli
belki. Farklı gördükçe gizli bir mübalağa başlar. Hatta abartma, ben de herkes
gibiyim, der sevilen. Âşık ise
sevdiğini öyle farklı görür ki bunu kabullenemez. İçine düştüğü durumun
farkına varamaz ama sevmenin farkına varmıştır. Çileye razıdır, ağlamaya
razıdır. Onun da tek gayesi aslında fark edilmektir. Bunun için rezil rüsva
olmayı göze alır. “Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır/Sorun kim bu ne
sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı” diyen çilenin büyük şairi Fuzûlî aslında
anlaşılmayı, fark edilmeyi beklemiyor mu?
Fark etmek kadar
fark edilmek de güzeldir. Elbette fark etmişseniz bir yüke talipsiniz demektir.
Fark ettiğinizin uğruna neleri göze
alırsanız o kadar ulvîdir hayat. Ve siz, o oranda yaklaşırsınız ona. Böylece
fark edilir, anlaşılır, sevilirsiniz. Ayandır fark edene her şey. Perdeler
açılır, hakikat ortaya çıkar.
Fark edilmemek
ise ölümdür. Yok sayılmaktır. Sesiniz duyulmuyor ise bundan daha acı ne var? Ne
diyordu Cahit Sıtkı? “Şayet sesimi fark etmezsen/ Rüzgârların, nehirlerin,
kuşların sesinden/ Bil ki ölmüşüm” Öldürmek mi, yaşatmak mı? Sanırım seveni
fark etmek…