Fânîlik
Yaratılan her varlık gün gelecek
ölecek. Hayat dediğimiz bir zaman dilimi içinde yeryüzü sahnesinde rolümüzü
icra ediyoruz. Gün gelince perde kapanıyor. Ömür deniyor buna da. Bize biçilen
ömür mutlaka sona erecek, buna inancımız tam. İşte bu hâle “fânîlik” diyoruz.
Yani her varlık fânîdir.
Bitmez tükenmez sanılan her şeyin
bir ömrü var. Bu fikir bizi Yüce Yaratıcı’ya götürür. Peki, nedir bizi sonsuz
kalacakmışız gibi buraya bağlayan? Kaynağı tükenmez sandığımız o kadar
zenginlik var ki. Ama gün geliyor ekolojik dengeler alt üst oluyor ve kıtlık da
yaşanıyor.
Yahyâ Kemal, “Fânîlik ortasında yüzen sâdedil beşer / Herhangi bir şekilde umar bir
bekā buluş” diyordu.
İnsanın dünyaya aldanma meyli fazladır. Her defasında aldanır ve böyle böyle
pişer dünya fırınında. Ölümsüzlük duygusu efsaneleşmiştir. Mitlerden günümüze
modern hayatı da meşgul eden yaşlanmama arzusunun cevabı bulunamamıştır. Dünyanın, insanı inandıran cezbesi her
defasında galip geliyor. Üstat Yahyâ Kemal, “Dönülmez akşamın ufkundayız vakit
çok geç / Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç” derken de geçen vaktin
bir daha gelmeyeceğini ne güzel seslendirmiştir.
İnsan ölüme inanıyor ama ebedî
olarak burada kalma arzusunu içinde yaşatıyor. Ölümü yaratan ile hayatı yaratan
Yüce Allah, insanı bu iki çizgide dengede olmaya çağırıyor. “Hayat” kavramı “yaşamak, diri
ve canlı olmak” anlamlarında kullanılıyor ama yaratılanın hayatı ile yaratanın
hayatı aynı mıdır? Aynı anlamı mı ihtiva eder? Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan hayat
kavramının bitkiler, hayvanlar ve insanlar yani fânîler için kullanıldığını
söyleyen âlimler vardır. Allah’a mahsus olan hayatın ise “ölümsüzlük” (bekā)
anlamına geldiğini belirtmekteler. Bu bağlamda hay ise “hakkında ölüm geçerli
olmayan varlık” anlamına gelmektedir. İnsanın bunu iyi anlaması gerekmiyor mu?
Herkesin gücü aslında sahip olduğu canıdır, herkes bir can taşır. Şimdi burada
durup düşünmek lazım. Nedir bu ölmeyecekmiş gibi ömür sürmek? Ölümü çabuk
unutan insana şu salgın süreci iyi gelmedi mi? Hatırlatmadı mı sizce de?
Hatırlamak ise “zikir”dir, anmak
anlamındadır. Salgın ile tüm dünya insanlığı büyük bir zikre dalmış değil
midir? Çin’deki insanın andığı yani zikrettiği fânîlik duygusu yani ölüm
duygusu ile Avrupa’daki bir insanın duygusu aynıdır. Fânîlik tüm insanları
eşitler. Herkes ölecek!
Câhit SıtkıTarancı ne güzel özetlemişti:
“Neylersin ölüm herkesin başında
Uyudun uyanamadın
olacak
Kim bilir nerde,
nasıl, kaç yaşında
Bir namazlık
saltanatın olacak
Taht misâli o musallâ taşında”
Musallâ taşına hazırlık yapıyoruz. Haberimiz vardır bundan
ama bu haberi unutuyoruz. Aslında “Allah yegâne varlık, mâsivâ ise varlıkları
Allah’a bağlı olmaları dolayısıyla, özü itibariyle yokluk mesabesindedir.”
denilmektedir. Şimdi bu derin felsefî düşünceye de çok kapılmaya gerek yok.
Allah tek ve sonsuz hayat sahibidir. Gerçek hayat da budur. İnsan kendi
gerçekliğini mutlak hayat sahibi ile karıştırırsa o zaman büyük boşluğa düşmez
mi? Olan biraz da budur şimdi. Modern insan ürettikçe ve yeni buluşlar
gerçekleştirdikçe kendisindeki gücün sınırsız olduğunu sanıyor. Oysa kalbinin
atışına bağlı değil mi her şey? İtaat etmek güzel kurtuluş yolu gibi geliyor.
Yani fânîliği kabul etmek. Tabiî ki
“kadercilik” diye tabir edilen görüşü de kabul edip her şeye boyun ekmek
değildir bu.
Fânî olan, fânî olana boyun eğmez. Şu gelip geçen ömrümüzü
güzelleştiren ve bizi sonsuza hazırlayana bakmak en iyi yol. Her şeyin sonu
var. Mevsimler geçiyor, yeryüzü renkten renge bürünüyor. İnsan bu yolculukta
kendisine bir yoldaş arıyor. Kalbinin dilini bilen, konuşmadan anlaşabilen,
aynı anda aynı duyguyu yaşayan… İnsan fânî ama arzuları sonsuza uzanıyor.
Fânîlik yokluk da değil. Bu âlemin bir süreci. Fânîyiz ama yok olmayacağız.