Fani olandan Bâki olana
Tüm elbiseler dünyayı hatırlatıyor
İğreti
O da faniliği
...
Bir cenaze merasiminden birkaç gün sonra
merhumeye ait eşyalar, elbiseler toplanırken yazmıştım bu dizeleri.
Sandığından çıkan nerdeyse iki yüz
yıllık nakışlı örtüler annesinden kalan tülbentler vardı.
Ayrılık acısı yaksa da genzi, incecik
bir tülbent kadar bile ömürlü olamamak vurmuştu beni.
Hüzün dinlendirir aslında. Dillendirir
ruhu /konuşturur...
Boşluklarına yaprak döktürür, yaz güz
demeden... Çıplak kalsa da dallar, kışı yaşatıp üşütse de dolar içine içine
insanın, sonra mukavemet eyler ... Çiçek açtırır, yaprak yaprak. Renklere
bular. Meyveye durdurur. Meyvesi
tatlıdır sabrın.
Hüzün yıksa da insanı, yıkar temizler.
İçindeki tüm sular çağlar gözpınarı kıyısında. Yıkar insanı, ak pak eyler,
yıkanır insan o deryada…
Hüzünle yıkılsa da duvarlar/yeniden
yükseltecek güzellikler de verir Yaratan. Koyu gölgeleriyle, serinliği sererek,
kâh yangınıyla eritip asıl olana yol buldurarak. Ruhu olgunlaştıran iç halidir.
Ölüm ayrılığı ki, insana faniliğini
hatırlatan en büyük ibrettir. Yaşamın ölüm çizgisindeki derinliğini en çok
yakınları kaybediş hissettirir. Bir dostu aniden kaybetmek, evladı, anayı, babayı…Bir
dostun gidişini, bir ananın sabrını, bir babanın her sabah mezarlıkta evladının
başına varışını yazmadan geçemedim. Nihal’di adı. Sessizce geçti, hızlıca
geçti, sağlam izler bırakarak geçti. Soyadı gibi kaplan, cevval. Yaşamıyla ölümüyle örnek bir insan olarak
bakıp geçti dünya penceresinden. Gencecik bir Lütfiye Terzi Özer Hoca geçti
şehrimden. Karnındaki bebesini dünyaya bırakıp, tüm sevenlerine el sallayıp
gitti, büyük bir acı bırakarak.
Ruhunu rahmana teslim eden özgür
ruhların ömür yolları kısa da olsa, uzun da olsa anılası izleri hep
süregelmiştir. Toprakları toprak ötesidir. Mezar taşları hep uğrak yeridir.
Bir sızım altın 'derdi babam tecrübesi
ile, coşku ile hayata anlam katanlara, iyilik katanlara. Sızılardan geçmek
gerek idi. Hayatı ebedi rahatlık mekânı görmeden.
-dünyaya
alışamamaktı bu-
Bir sızının yatağında akardı ruhlar,
tebessümler kuşanarak. Sızım sızım sızardı sonra pınar misali. Altından, belki
de gümüşten. Işıltılar sunarak nice canlara. Ötesi acıtırdı, başka türlüsü
eksik kalırdı yüce gönüllere.
Bâki olana yol alırken, kutlu adımları
değil miydi insanoğlunu var kılan. Dünyada anılası işlerinin, kattığı
değerlerin , yankılanması değil miydi? Faniliğin çerçevesi insan, bâki kılan
içindeki resimdi, adımlarıydı elbet.
Dünya ahvali ve toplanmış ahali üzerine
de epeyce tefekkür ettim.
Ayrılığın kıyısından kavuşmak!
Bize uzak gelen o kıyıdan manzaraya
mazhar olmak gayretinden çok, ürperti ile kendimize dönüp, gidenlere el
sallamak.
Oysa üstat Yahya Kemal’in dediği
gibi" çok seneler geçti çok seneler geçti dönen yok seferinden."
Fiziken
giyindiğimiz elbiseler bir örtünüş bir örtüştür de! üryan halimizi
unutma seyrine döndürmeden, döndürmemesi gerekendendir. Kabukları soymak için
bürünmeli idi. Vakar ve iffet libasıyla nice birikmişlikten hicret ederek …
Kıyıdan yüzme haline geçişin derinlere
vasıl oluşun başlangıcıdır maddeden soyunukluk.
Elbise, hakikate bürünmüşlüğün c'ismi
olmalı idi.
Ahh sandık şimdi beni nelerle
yüzleştirdin diyorum
'Eski' dediğim günlerin üzerinden nice
yıl geçti
Üzerimdeki gömleğimden yeniydiler.