Fahran Yaylası'nda 'Lal Yürek'ler
Geçtiğimiz gün Bingöl’e bağlı Fahran (Yukarı İçpınar) Köyü’nün yaylasında Sarıdağ Ailesi’ne misafirdik. Yüksekliği 2000 metreyi aşan yaylada ne havaya, ne yeme-içmeğe ve ne de muhabbete doyum olurdu.
Ev
sahipliğini Hacı İzzettin Sarıdağ Bey’in yaptığı bu muhteşem davette,
Aramızda
hepsi birkaç koldan akraba olan dostlar vardı:
Önceki
dönem Ankara Cumhuriyet Başsavcı Yardımcısı Cevat İşlek, Bingöl Üniversitesi İdari
ve Mali İşler Daire Başkanı Ali Rıza Kurtaran, Bingöl Üniversitesinden Öğretim
Üyesi Dr. Mahmut Gider, İş İnsanları Hacı Ahmet Şenkaya, Hacı İlyas Şenkaya,
Selahattin Yolcu, Şahabettin Yolcu, Kasım Yolcu, İngiltere’den M. Emin Aydın ve
Bingöl Müftülüğünden davetin organizatörü İdris Gider Hocamlar vardı.
Muhterem
Sarıdağ Ailesi’nin misafirperverliği dillere destan!
Sofralarının
zenginliğinden kaynaklanan muhteşem ev sahipliğinden öte, misafirlerine içten
hizmetleri ve bunu onlara hissettirmeleri nadir görülen hasletlerdendir.
Saygıdeğer
hanımların, genç yaştaki dünyalar tatlısı kızların koşuşturmaları bizleri
mahcup edecekti ama o kadar samimi ve riyadan uzaktılar ki rahat etmemize yetti
arttı bile.
Yazı ve
paylaşımlarımda yemekten hiç söz etmem, lakin bunu yazmazsam bir hakkı teslim
etmemiş olurum.
Evde,
işte, lokantalarda çok kere soğuk ayran içtik, lakin ikram edilen ayranın tadı
bambaşkaydı. İki farklı şekilde pişirilen etin lezzetini ev sahibelerinin
yüreğinin temizliği ve kalplerinin güzelliğiyle açıklayabilirim. Yoksa o
lezzetin tarifi yoktur.
Berivan
ve Beritan kardeşler okullarını yarıda bıraksalar da dünyaya bakışları,
geleceğe dair umutları şehirdeki pek çok okumuş gencimizin gerisinde
kalmıyordu. Hele “Herkes
yaptığı işi en iyi yapmalı, bizim de işimiz bu; yaylacılık, koyun besiciliği,
et ve süt ürünleri ile uğraştığımıza göre bunu en iyi, en kaliteli şekilde
yapmalıyız…” sözleri
büyüklerinden aldıkları eğitim, iş ahlakı ve sorumluluk bilinci ile
açıklanabilir.
Bu
dünyalar tatlısı gençleri Dr. Mahmut Gider Hoca’m çok iyi anlatmış:
Lal bir
yürek anlatır onları,
Onlar
dağ çiçeği
Muhacir
kızlar.
Tenleri
bozkır ve çatlak,
Gözleri
çay karası
Alınlarında
kırmızı şal,
Ayaklarında
şalvar
Ana
gibi cefakâr.
Tay
gibi deli bunlar,
Kaderlerinde
göç
Dualarında
umut var
Yeni
hayatlar yüklenecek kadar
Büyümüş
bunlar…
Evet bu
kardeşlerimizi ancak bu dizeler anlatırdı…
Herkes
yaşadığı anıları tazeledi, güldüğümüz, üzüldüğümüz, hayret ettiğimiz anılar
oldu. Lakin;
Burada
Ali Rıza Kurtaran Hocam’dan bahsetmek istiyorum. Zira girdiği her ortamı gülme
krizlerine sokan bir değerdir Ali Rıza Hocam. Bizi ve mihmandarlarımızı
güldürmekten öldürdü desem abartı saymayın. Son yıllarda bu kadar güldüğümü
hatırlamıyorum çünkü bir ara boğulacak gibi oldum.
Sadece
anlattığı bir olayı paylaşayım siz gerisini düşünün:
Köyün
birinde ikindi vakti ezan okunmalı ama imam köy dışında. Herkes köy yerindeki
caminin etrafında oturup ezanı bekliyor lakin bir türlü kimse gidip de ezan
okumuyor. Köylüler birbirlerine sen, yok sen ezan oku, derken akıllarına en
yaşlıları olan Hacı amca gelmiş. Demişler ki Hacı amcaya, “En yaşlımız sensin, ne
olursun sen ezanı oku…” Israrlara
dayanamayan Hacı Amca da kabul etmiş ama Amca hem burundaki kemikten dolayı
burnundan konuşuyor hem de sesi iyi değil.
Neyse
Hacı Amca açmış mikrofonu, hoparlörden okumaya başlamış ezanı:
‘Allahu
Ekber’le başlamış, ağır ağır ve çekine çekine “Eşhedu en-lailahe illallah” demiş iki kere. Buraya kadar her şey
normal. Hacı Amcanın ezan okuduğunu duyan köyün yaramaz çocukları da camiye
yaklaşmışlar. Burnundaki kemikten dolayı sesi iyi anlaşılamayan Hacı Amca, “Eşhedu enne Muhammed…” kısmını da kazasız okumuş. Çocuklar
Hacı Amcalarının burnundan dolayı iyi anlaşılamayan ezanına gülmeye
başlamışlar. Yaz sıcağında pencereler açık ve hemen pencerenin önündeki
mikrofondan ezan okuyan Hacı Amca çocukların gülüşmelerine rağmen “Hayye ales-selah”ı da 2 kere
okumuş, biraz duraksadıktan sonra üçüncü kez yine ”Hayye ales-selah”ı okumuş…
ancak bir türlü ezanın devamı gelmemiş. Ara uzadıkça çocuklar da daha çok
gülüyorlar. Hacı Amca “hayye
ales-selah”tan sonrasını unutmuş. Terler içinde kıvranıyor ama Hacı Amca
bir türlü “Hayye ale’l felah”ı
hatırlamıyor.
Kızarıyor,
bozarıyor ama ne yaptıysa da“Hayye ale’l felah” kısmı aklına gelmiyor.
Yok,
günde beş kere duyduğu, ezbere bildiği ezanı unutmuş!
Kıvranıyor
Hacı Amca ama ezanın devamını anımsamıyor…
Artık
bıçak kemiğe dayanmış ezanı okuyan Hacı Amcanın.
Biraz
öfke, biraz mahcubiyetle:
Ya
Rabbi, bu ne afetti başıma geldi?! demiş
ve köylülere seslenmiş:
(Hâşa
ezan ve elfaz-ı şerifden)
Ya hu
bu belanın devamı nasıldı? diye
sormuş…
Bunu
yazıyla anlatmak asla “aslı
gibidir”e benzemez, Ali Rıza Hoca’dan başka kim anlatırsa eksik kalır.
Teşekkürler
Sarıdağ Ailesi,
Teşekkürler
Dezalar