Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

14 May 2012

Ezandan rahatsız olanlaru2026

Günlerdirbir sinema dergisinin mayıs sayısında Yılmaz Erdoğan'la gerçekleştirdiği röportaj konuşuluyor. Erdoğan uzunca mülakatının bir bölümünde diyor ki, "Türkiye'deki bir sette günde beş kez ezan için durursun, 'Aziz Allah' dersin, beklersin, çay içersin ama filmde duyulmaz o ezanu2026" Bu serzeniş popüler birinin ağzından dökülünce, "ezanda kulağı, namazda gözü olmayan"lar ahkam kesmeye başladı.

Erdoğan'ı eleştirmek ve desteklemek için onca laf edildi, onca yazı serdedildi. Birkaçı müstesna, çoğunluğu yazmak için yazılmış, söylenmek için söylenmiş şeylerdi. Oysa Erdoğan'ın "yeni bir sayfada sana bakmak" isimli şiirine bir göz atsalardı, bu serzeniş Erdoğan'ın içinde kopan fırtınaların dışavurumu olduğunu görürlerdi. Dalkavukluk benzetmesi yapanlar, yutkunur, belki de utanırdı.

Ezana duyulan bu tahammülsüzlük, yakın tarihimizde yaşanan travmaların hala devam ettiğinin göstergesi. Bırakın "filmlerde duyulmayan ezan sesleri"ni, bu ülkede semtinde okunan ezandan rahatsız olup suç duyurusunda bulunan "Müslüman"lar var. Oysa bütün ritim bozukluklarına (bu anlamda Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yetersiz olduğu aşikar) rağmen "ezan"dan rahatsız olmak ruhsuzluktur, ahmaklıktır.

Ezandan rahatsız olanlar, (30 Ocak 1932 / 16 Haziran 1950 yılları arasında ezan Türkçe okutuldu) onun şifreleriyle oynamadılar mı? İlk Türkçe ezanı Fatih Camii'nin minaresinden Hafız Rıfat'a okutup, Fatih Sultan Mehmed'in kemiklerini sızlatmadılar mı? Türkçe ezan saçmalığı yüzünden bu millete 18 yıl "ezan travması" yaşatmadılar mı? Bu ülke, Türkçe ezan hayalleri kuran darbeci Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in Umre'de "Malezyalı, İranlı, Amerikalı ezanı kendi dillerinde okursa, din dinlikten çıkar" diyerek hidayete(!) ermesiyle, "2. Türkçe Ezan Vak'ası"nı son anda teğet geçmedi mi?

Bu sebeplerle, mesele ezanı konuşmak değil, "ezan"ın için doldurarak, anlamaktır.

Ezan namedir...

Emir'ül Müminin ve Sahib'ül Ezan'ın düşlerini aynı anda süsleyen bir akitleşmenin şifresidir; Ezan. Bu manifesto; küçük sonsuzların büyük sonsuza açılan "iltica kapısı" olmuş, siyahu00ee bir kölenin bembeyaz dişleri arasından dudaklarına döküldüğü günden beri.

"Erihna ya Bilal, erihna!.."(rahatlat bizi ya Bilal, rahatlat) denildiğinde müezzinlerin pu00eerine; ruhları coşturan, kalpleri eriten nefesiyle sokaklara dökmüş ensar ve muhacirini. Ve o "bildiri" Medine sokaklarından dünyaya yayıldıkça, Rahmet Peygamberi'nin "Erihna ya Bilal, erihna!.." terennümü makes bulmuş asırlarca.

Onun için Medine'de bir başka okunur ezanlar; Bilalce. Yakan... Kölelikten özgürlüğe kapı açan... Efendisinin vuslata ermesiyle Şam'a sığınan... Ve yıllar sonra görülen bir rüyadaki; "Bunca ayrılık yetmedi mi, ya Bilal? Hala kabrimi, ziyaret etmeyecek misin?.." ilhamınca Medine'ye koşan... Hasan ve Hüseyin'e kıyamayıp, "Allah-u00fb Ekber..." sadalarıyla Medine'yi tekrar sokaklara döken... O günden beri bir benzeri daha okunmayan; başlanan, fakat bitirilemeyen Bilalce Ezan.

Mescid'in Bab'üs Selam Kapısı'ndan girip, Rahmet Peygamberiyle ayetlerin tilavetini titreyerek dinleyip, Cibril Kapısı'ndan çıktığınızda yeni bir çağrı, yeni bir inkılap bekler her vakit sizi; Bilal(r.a.)'in Ezanları. Efendimiz, müezzini Bilal'i çağırır, 5 vakit "coşaradım" geldiğinde. Hiç eskimeyen şu terennüm dökülür tane tane; "Erihna ya Bilal, erihna!.." Ve Medine'nin Bilalleri, dünyanın hiçbir yerinde tadamayacağınız senfoniyle bir ziyafet vermeye başlar. Yeryüzü mescidleri, iftar sofraları gibi şenlenir. Daha önce defalarca tattığınız "iltica kapısı"nın şükür şemsiyeleri, ruhu hazan mevsiminden alıp haz mevsimine seyahat ettirir. Kevser damlacıkları, meleklerin seremonisiyle ruhunuza damlayıverir.

Ezan-ı Muhammediye... Kurtuluşu muştulayan, risaleti haykıran, akti 5 vakit tazeleyen, güneşi peşine takarak alemleri şu00fblesine hayran bırakan, elle tutulan ve tutulmayanı BİR huzurunda cemleyendir; EZAN. Ve sonrasında; "Allah(c.c.)'ım!.. Ey bu davetin ve kılınacak namazın Rabbi, MUHAMMED(sav)'e vesileyi, fazileti ve yüksek dereceyi ver. Onu, kendisine vaat ettiğin Makam-ı Mahmud'a ulaştır" duasıyla şefaate kapı aralayandır; EZAN.

Fatih'in vasiyeti

Ezanların başkaca okunduğu bir belde daha vardır; kandillerinden nu00fbr damlayan 7 tepeli İstanbul. Ezan-ı Muhammedu00ee, makamdan makama geçerek bir başka cüş-i huruş eyler bu beldenin semalarında. Bilallerin yanık sesinde, Abese'yle müjdeli ama Abdullah İbn-i Mektu00fbmların nefesinde. Saba, Dilkeşhaveran, Rast, Hicaz, Hicaz, Segah, Uşşak, Bayatu00ee, Neva makamları birbiriyle raks eder, payitahtın üzerinde. Müslimi hayran, gayrimüslümi hayran... "Ey bu caminin ruhu: Bize mucize göster..." diyen Nazım hayran... "Şu ezanlar ki, şehadetleri dinin temeli..." diyen u00c2kif hayran... Bu ilahi tınıya kulağı olan herkes hayran.

Bu şehirde camiler, Fetih ve Fatih'ten beri ezanları Bilal'in dilinden bir başka konuşur. Öyle bir muhabbet ki, minareden minareye gidip gelirken Marmara'da medcezirler oluşturur. Ve önce semaya yükselir... Sonrasında sokaklara düşer; efsunkar tınısıyla meşk edecek ruhlar arar... Gönülleri yakar-yıkar; fakat taru00fbmar etmez asla.

Hiç eskimeyen haberler verirler medeniyetler ötesinden. Çift minareli selatin camilerinde, çifte ezanlar okunur şerefelerden. Sultanahmet'ten rast makamında yükselen sese, tek kubbeli ve sol minareli Firuz Ağa Camii karşılık verir. Caddelerde yürüyenler, ara sokaklarda demlenenler ve dahi ecnebiler vurgun yemişcesine gibi dakikalar süren bu ilahi düeti dinler. Heyhat ki, dinleyenler arasında sadece Ayasofya mahzun. Uşşak makamında çağrıya başlayan Nuruosmaniye'ye, önce Gazi Atikali Paşa Camii, daha sonra ise Mahmutpaşa Camii katılır. Bu üçlünün sunduğu ilahi senfoniye melekler bile gıpta eder. İstanbul fethedilmezden önce fethedilen ensar ruhlu Üsküdar; Marmara Boğazı'nı aşıp payitahta ulaştırıverir, Valide Camii ve Mihrimah Sultan'ın arasındaki cezbeyi.

Ne tuhaftır. Bu geleneği başlatan "müjdeli komutan"ın mabedi yalnızdır, onca kalabalıklar arasında. Sitem edecek, sesine ses verecek bir kimsesi yoktur yanında, yakınında. O da başlar kendi minareleri ve şerefeleri arasında rast ve uşşak makamında hasbihale. Bir minare ezanca konuşur diğeri susar, diğeri Bilalce üfler ruhunu semaya, nu00fbrdan bir şu00fble olup Fatih'in üzerine düşer.

Hu00fb hu00fblara belenir ezanlar; sarı taşlı mabedlerce, beyaz benizli Bilallerce sabahtan öğleye, ikindiden akşama, yatsıdan fecre kadar... Secdeye kapanıp, uzanır mesafesizce; mahyalarından nu00fbr haleleri damlayan Ramazanlara, yetimlerin başlarının okşandığı Bayramlara, Kubbet'ul Hadra'nın altında yatanlara, Gül'ün izinden mi'raca kadar...

Bir düşünsenize... Ezan olmasa; kulaklara ne üflenecekti? Ezan olmasa; mü'minler mi'raca nasıl yükselecekti? Ezan olmasa; nasıl tutulacaktı oruç, bırakılacaktı tutulduğu gibi... Bir düşünsenize... Ezanda kulağı olmayanın; nelerden mahrum kaldığını...

***

HAMİŞ: Yusuf'un gömleğini giyerek Suriyeli kardeşlerine el vermeye giden Adem Özköse ve Hamit Coşkun kardeşlerimiz 62 günlük esaretin ardından aramıza döndüler. Bizleri İbrahim'in İsmailine, Yakub'un Yusufuna, Meryem'in İsasına kavuşması gibi sevindirdiler. Bir kez daha dualar silahlara gelip geldi, Adem ve Hamit'in anneler gününde. İki vicdanlı yiğidin özgürlüğe pervazlanan yüreği, mazlumlara muştu olur inşallah.