Dolar (USD)
35.34
Euro (EUR)
36.43
Gram Altın
3020.24
BIST 100
9890.76
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
26 Nisan 2020

Ezan, salâ, yuhalayanlar

Korona nedeniyle minarelerden okunan ezan, salâ ve dualar bazı şehirlerimizde yuhalandı.

1000 yıldır İslam diyarı olan, Malazgirt’te Sultan’ın kıldırdığı Cuma namazı ile adım atılan,1000 yıldır ezan okunan bu topraklarda, bu insanlar nereden peyda oldular?

1800’lerin başlarında Yunanistan’ın bizden koparak bağımsızlığını kazanmasıyla Dışişlerimizdeki Rum tercümanların Avrupa ülkelerine çalıştıkları anlaşıldı.

Dışişlerine yabancı dil bilen Müslümanlara ihtiyaç vardı.

Türk ve Müslüman çocuklar azınlık/yabancı okullarına gönderildiler.

Ancak bu okulların hocalarının tamamı papaz ve rahiplerdi. Buralara gönderilen çocuklarımız okulun pazar ayinine katılmak, bir kusurları olduğunda istavroz çıkararak hocalarından özür dilemek zorundaydılar.

İşte bu azınlık/yabancı okul mezunları sadece yabancı dilleri değil, diğer eğitimlerinin de daha kaliteli olması nedeniyle zamanla devletin her kademesine yayılıp yerleştiler. 1900’lere gelindiğinde devlet bunların elindeydi.

Osmanlı eğitim sisteminin merkezine de yerleşerek Osmanlı okullarını da kendilerine yandaş/paralel aydınlar yetiştirecek şekilde organize ettiler.

Öyle ki 1915’e gelindiğinde İstanbul yüksek öğretmen okulunun 90 öğrencisinden 89’u dine nefret duyuyordu, ezan yuhalayanların dedeleriydi.

Bunlar, sömürge aydınları, kolonyal aydınlardı.

Emperyalizmin Türkiye’deki birinci kolu Rum ve Ermeni tüccarları ise, ikinci kolu bu yeni Osmanlı Bürokratlarıydı.

1850’lerde İstanbul Tıp Fakültesi kütüphanesini gezen Charles Mac Farlane, hiç bir Avrupa ülkesinde eşine rastlanmaz bir ateizm/pozitivizm koleksiyonu ile karşılaşıyordu.

Bu insanlar 1908'de darbe ile iktidarı tamamen ele geçirdiler. Ülkeyi art arda Balkan ve 1. Dünya Savaşlarına sürükleyip Türkiye’nin işgaline sebep oldular.

Anadolu insanının can havliyle kazandığı İstiklal Harbinden sonra bu bürokratik elit/kolonyal aydınlar Ankara’ya kalıcı yerleşip, yeni devleti tekellerine aldılar.

Halen de bu insanlar Türkiye’nin ekonomi, bürokrasi, sanat, edebiyat, diplomasi, finans sahasını tekellerinde tutmaktadırlar.

İşte ezanı yuhalayanlar bunlar ve bunların kapsama alanındaki bahtsız tabandır.

İlk meclis

İlk meclisin rengi “laikçi/seküler” değil, Milli Mücadele, koyu şekilde “İslami” idi. 27 yıl CHP Milletvekilliği yapmış Falih Rıfkı Atay bugün açılışının 100. Yılı kutlanan ilk meclisi şöyle tarif eder:

“Kuvay-ı Milliye meclisi koyu gerici idi. İçki yasağı kanununu bir şeriat kanunu olarak bu meclis çıkarmıştı. 400’e yakın yeni medrese açılmıştı. Milletvekillerinin çoğu kravatsız ve poturlu ya da getirli idi. 1923’te milletvekili seçildiğim vakit İstanbullu kılığı ile nasıl yadırgandığımızı halâ hatırlarım. Kuvay-ı Milliye Anadolusu, Tanzimat İstanbulundan 50 yıl geride idi. (Falih Rıfkı Atay-Atatürkçülük nedir? Ak yayınları 1966 sahife 16)

Meclis 23 Nisan 1920’de Cuma namazını takiben dualarla ve tekbirlerle açıldı. Meclis açıldığında sarıklı ve feslilerin sayısı kalpaklılardan fazla (65’e 50) idi.

Kalpaklıların birçoğu da sarıklılarla aynı görüşte idi.

Meclisin beşte biri doğrudan din adamı idi.

Din adamı sayısı subay sayısına eşitti. Mevlevi, Nakşibendi, Bektaşi şeyhleri Meclisteydi.(Kinross Atatürk sh.217-218, Lewis Modern Türkiye’nin Doğuşu sh.532)

Yani Milli Mücadele, Anadolu’nun dindar insanlarının büyük omuz vermesi ile kazanıldı. Laikçi çevrelerin, acımasız bir dezenformasyonla inandırıldıkları gibi, “Milli Mücadele’nin dindar insanlara rağmen, kazanıldığı” yalnızca bir masaldır.

Yunanlılarla, İngilizlerle işbirliği yapanların lideri Damat Ferit Paşa, dindar olmak bir yana, yurt dışı gezilerinde iştahla domuz eti yiyen, kozmopolit, Roma Tanrıları hayranı biriydi. Canan Kaftancıoğlu’na çok yakındı.

Bu ülke, vehmettikleri gibi, biraz daha fazla laikçi/ulusalcıların değildir.

Milli mücadelenin omurgası, laikçi değil, İslami kesimlerdir.

O günler, yazılı anılarda “Milli Mücadele” değil, “Milli Mücahede” “Cihad” olarak anılır.