EYT BİTMEDİ
Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) taleplerini hükümete kabul ettirdi.
Haklılar mıydı?
Sonuna kadar!..
Peki bu sorunun çözülmesi bize fayda
sağlayacak mı?
Kesinlikle hayır!..
Çok acil bir şekilde sosyal
güvenlik reformu yapmak zorundayız.
Şu an yaşananların sorumlusu ne 40 yaşında
emekli olanlar ne de bugünkü hükümet...
Sorumlu popülizm...
40 yıl önce oy almak için sosyal
güvenlik sisteminin geleceğini tahribata uğratmanın yükünü
taşımayacağını bilen siyasetçilerin bizlere bıraktığı bu mirası biz
de gelecek nesillere bırakmamalıyız.
Halihazırda gerek Cumhurbaşkanlığı gerek Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı gerek ise Sosyal Güvenlik
Kurumu durumun farkında...
2030'da reform adımları atılması
planlanıyor ama bana sorarsanız bu iş bir an önce çözülmeli...
Nedir o çözülmesi gereken sorun?
Emeklilikte Yaşa Takılmamak, sağlık
da maliyet artırıcı uygulamalardan uzaklaşmak...
Aksi halde ne mağduru bitirebilir
ne de devleti bu yükten kurtarabiliriz.
Sosyal güvenlik sistemini devletin
kullandığı bir "sıcak para kaynağı" olmaktan
çıkarmalıyız.
Devlet topladığı vergilerle verimliliği
artırmaya çabalamak zorunda olmalı.
Her sıkıştığında bize yeni vergiler koyan
ya da geleceğimizi ipotek altına alan yaklaşımların hiçbir insan
hakkı ile ilişkilendirilemeyeceği ortada olduğu gibi sosyal
devlet ilkesine de karşı olduğu açıkça görülüyor.
EYT sorununu çözmek,
bir gün ile emeklilik yaşının 15 yıl uzamasının getirdiği mağduriyeti yok
etmez.
Bu sorun sürekli olarak hükümetleri
rahatsız eder ve popülist kararlar neticesinde devletin mali
kurala girmesini imkânsızlaştırabileceği gibi bütçe
ataleti sağlar.
Kimse 65 yaşında emekli olmak
zorunda değil.
Olmamalı da...
Ama kimse 40 yaşında da
emekli edemezsiniz.
Bu işin kabul edilebilir olan
yöntemi Batı’da keşfedilmiş.
Dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yok.
Aslında biraz ucundan adım da
attığımız bir şeyden bahsediyorum.
Bireysel Emeklilik Fonları...
Devlet, çok acil bir şekilde tüm
emeklilik sistemini özelleştirmeli...
Aynı Bireysel Emeklilik Sistemi’ndeki
gibi belli şart ve kıstaslarla sınırlandırılan emeklilik fonları
kurulmasına imkân tanınmalı.
İşçinin hakkının korunması için yine brüt
maaş uygulaması ile bu kaynaklar SGK’ya değil bu fonlara
aktarılabilmeli.
Hatta altın fonu, döviz
fonu, reel üretim yapan firmalara kaynak sağlayan ve ortaklık kuran
fon gibi çeşit çeşit kurulacak fonların ekonomiye katkısı da daha
büyük olacağı gibi insanları daha fazla çalışmaya ve tasarrufa itecek gelecek
planlamasını daha makul şekilde yapacaktır.
Emeklilik primlerinin emeklilik süreci
gelinceye kadar sürekli olarak değerlendirildiği bir yapı kurulmak zorunda...
Bu fonların kullanımı için 25 yıl
çalışma ya da en makul neyse o yılı şart koyarsanız mesele çözülür.
Herkes çalıştığının karşılığını alır.
Kimse de devletten zam diye
bir beklentiye girmez.
Enflasyon dizginlenir.
Bu düzenleme pekala kamu
çalışanları için de yapılabilir.
Tabii sadece bu düzenleme yetmez.
Esas düzenleme kıdem
tazminatında olmalı...
Birçok kez kıdem tazminatı
fonu kurulması için adım atılmaya çalışıldı ama başarı sağlanamadı.
İşverenlerin de talep ettiği bu durumun
karşısında esasında çok da fazla kimse yok.
Yapılamayan bu tarz reformlar, çalışanların
emeklerinin ziyan olmasına neden oluyor.
Bunun ne ahlâkî ne insanî hiçbir
yanı yok.
Bu adımları atacak kadar dirayetli
duruş gerekiyor.
Halkın da taleplerini bu yöne çevirmesi
çok önemli...
Âdil olan, herkesin yaptığıdır.
Aksi takdirde, üretim kabiliyeti
olmasına rağmen devletin baktığı çok manasız bir insan topluluğu kurmuş
oluruz.
İnsanları çalışmaya, üretmeye sevk etmek
zorundayız.
Türkiye’nin gelişmesinin önündeki en büyük
engel, bu sistemik sorunları çözme noktasında anlamlı adımlar atmamaktır.
Bunları siyasetin bir aracı olmaktan
çıkarmalıyız.
Her yılbaşında, "ne kadar zam yapılacağı"
ya da "şu sosyal meselenin çözümü noktasında ne adım atılacağı"nı
konuşmak gündemi meşgul etmekten başka bir şey değil.
Devlet vergilerle çalışan koca
bir mekanizmadır.
O vergiler hepimizden alındığı için
hepimizin hakkını, hukukunu ve çıkarını koruyacak
işlere harcanmak zorundadır.
Aksine inanmak, gerçekten
kaçmaktan başka bir şey olmadığı gibi 40 yıl öncekilerin
sorumsuzluğunu tekrar etmektir.
Reformcu kimlikten taviz vermemek çok
ama çok önemli.
Kültürümüz, töremiz düşeni
kaldırmayı, muhtaca yardımı esas alır.
Gerçekten üretemeyene yardım edelim. Ama
elimizi vicdanımıza koyalım. Gerçekten bu şekilde yardıma ihtiyacı olan kaç
kişi var?
Eminim 20 milyon değildir.
Yardım ekonomisi oluşturarak
insanlara büyük kötülük yaptığımız gibi yapılması gereken reformları da
öteliyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
reformcu kişiliği göz önünde bulundurulunca bu fırsatı muhakkak
değerlendirmeli, kulağımızın üzerine yatmamalıyız.