Eylemsizlik neyin sonucu?
Gazze’de yaşanan belki de asrın
en ağır trajedisinin ma’şeri vicdan üzerinde bıraktığı etkiye günlerdir tanık
oluyoruz… Öyle ki Gazze’nin girmediği yeryüzünde hiçbir hane kalmadı
diyebiliriz… Kitlesel eylemlerle sanki dünya halkları Filistin kesildi…
Filistin bayrağının dalgalanmadığı hiçbir coğrafya gösterebilir misiniz?
Yeryüzünde hiçbir bayrağa bu kadar ilgi nasip oldu mu bilmiyorum… Dünya
halkalarındaki bu ilgi, coşku ve haykırış dalga dalga yayılırken, Türkiye ve
benzeri Müslüman halkların çoğunlukta olduğu ülkelerde durum nedir diye
baktığımızda durumun pekte iç açıcı olmadığını görebiliriz…
Peki niçin?
İslam coğrafyasındaki ses kısıklığı ve eylem kısırlığını
nasıl yorumlayacağız?
Dünya genelinde eylemlilik ruhu, heyecan dalgası neden
bizlerde oluşmadı?
Bu nasıl bir ruh hali?
Gazze aynasından kendimizle yüzleşmemiz gerekiyor… Gazze
laboratuvarının bizimle ilgili tahlil sonuçlarını doğru değerlendirmek
durumundayız…
Anlaşılan o ki, Gazze’de yaşananlarla birlikte, olaylardan
önce kendimize dönüp bakmamız lazım…
Eylemlilik azmimizi körelten, heyecanımızı bitiren,
irademizi çökerten hangi hastalıklarla malul durumdayız…
İdeallerinden kopan bizler idare-i maslahatçı bir bakış
açısıyla oyalanıyoruz…
Köklü ve kalıcı çözümlerden uzaklaşıp günü ve görüntüyü
kurtarmanın derdindeyiz...
Dahası inandığımız gibi yaşa(ya)mayınca yaşadığımız gibi
inanmaya başlıyoruz, ancak mesafe alamıyoruz…
Evet, Gazze genelinden kendi özelimize yüzümüzü dönmemiz
gerekiyor…
Belki öncelikle kendi enfüsümüze yani iç dünyamıza
yoğunlaşmamız icap ediyor…
Bizi donuklaştıran, pasifize eden, aciz ve cılız bırakan
marazlar nelerdir?
İlk etapta aklıma gelenleri paylaşmak istiyorum:
Tükenmişlik
sendromu mu?
Öğretilmiş
çaresizlik mi?
Üretilmiş
korkular mı?
Kronik tembellikler mi?
Seçilmiş yalnızlıklar mı?
Kabullenilmiş ve kanıksanmış
acziyet mi?
Ertelenen sorumluluklar mı?
Ölümcül karamsarlıklar mı?
Özgüven yetmezliği mi?
Mücadele azmini yitirip kurtarıcı
beklemek mi?
Yoksa yaygın olarak tedavüle
girmeye başlayan metal yorgunluk mu? Ya da kusurlarımızı görmek yerine kadere
yüklemek mi?
Ruhumuzu kemiren, iç dünyamızı karartan, yüreğimizi yoran,
bilincimizi parçalayan benzeri virüsleri çoğaltabiliriz...
Kişiye, kuruma, ortama, çevreye, yapıya göre bu sıkıntılar
yer ve öncelik değiştirebilir… Göz ardı edilmemesi gereken bir gerçek var ki,
yeni zamanlarda bu marazi hallerin gün geçtikçe yaygınlık kazanmasıdır… Bu gibi
içsel açmazları açmadan, dışa açılmamız pekte mümkün görünmüyor...
Her bir tespit uzun uzun üzerinde yoğunlaşmayı gerektiriyor…
Yeni zamanların, yeni hastalıklarına yeni reçeteler
gerekiyor…
Hastalıkları kader bilen, içine kapanan, kendisi ile barışık
olmayan tükenmişlerle yola çıkılmıyor, hedefe varılmıyor…
Bugün iç çürümeler, tüm toplumsal projelerimizin,
pratiklerimizin çökmesine neden oluyor… Yürek işgalini sonlandırmadan Kudüs’ün
fethine hep uzak düşeriz…
Bu travmatik ve trajik hallerimiz tedavi edilmeden, diriliş
ve direniş ruhunu kuşanamayız…
Kendi ürettiğimiz korku imparatorluklarının adeta esiri
olmuşuz…
Bireysel tembelliklerden ziyade ‘Tembelizm’ diyebileceğimiz
bir yaşam biçimine mahkûm kalmışız… Bize enjekte edilen çaresizlik ninnileri
ile uyutulmuşuz adeta… Kolektif ruhumuz zedelenince seçilmiş yalnızlıklarla yok
oluşa hazır beklemelerdeyiz… Metal yorgunluklar bedensel olarak değil ben
bilimcimizi bitiriyor… Umutsuzluklar ufkumuzu karartıyor... Özgüven yitimi bizi
özümüzden uzaklaştırıyor…
Hülasa tükenmişliğin nedeni düşmanlarımız değil,
hastalıklarımız olduğu düşünüyorum…
Bu süreçte Gazze direnişinin bizim için bir fırsat olduğuna
inanıyorum… Gazze rüzgârı şifa içeriyor… Gazze de Şifa Hastanesi yıkılmış olsa
da Gazze’nin kendisi bizim için şifa oldu…
O halde şifa niyetine yüzümüzü, yüreğimizi Gazze’ye
odaklayalım…
Gazze’nin yıkım ve kıyımı bile yeni kıyamların muştusudur…