Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
01 Aralık 2023

Eylemsizlik neyin sonucu?

Gazze’de yaşanan belki de asrın en ağır trajedisinin ma’şeri vicdan üzerinde bıraktığı etkiye günlerdir tanık oluyoruz… Öyle ki Gazze’nin girmediği yeryüzünde hiçbir hane kalmadı diyebiliriz… Kitlesel eylemlerle sanki dünya halkları Filistin kesildi… Filistin bayrağının dalgalanmadığı hiçbir coğrafya gösterebilir misiniz? Yeryüzünde hiçbir bayrağa bu kadar ilgi nasip oldu mu bilmiyorum… Dünya halkalarındaki bu ilgi, coşku ve haykırış dalga dalga yayılırken, Türkiye ve benzeri Müslüman halkların çoğunlukta olduğu ülkelerde durum nedir diye baktığımızda durumun pekte iç açıcı olmadığını görebiliriz…

Peki niçin?

İslam coğrafyasındaki ses kısıklığı ve eylem kısırlığını nasıl yorumlayacağız?

Dünya genelinde eylemlilik ruhu, heyecan dalgası neden bizlerde oluşmadı?

Bu nasıl bir ruh hali?

Gazze aynasından kendimizle yüzleşmemiz gerekiyor… Gazze laboratuvarının bizimle ilgili tahlil sonuçlarını doğru değerlendirmek durumundayız…

Anlaşılan o ki, Gazze’de yaşananlarla birlikte, olaylardan önce kendimize dönüp bakmamız lazım…

Eylemlilik azmimizi körelten, heyecanımızı bitiren, irademizi çökerten hangi hastalıklarla malul durumdayız…

İdeallerinden kopan bizler idare-i maslahatçı bir bakış açısıyla oyalanıyoruz…

Köklü ve kalıcı çözümlerden uzaklaşıp günü ve görüntüyü kurtarmanın derdindeyiz...

Dahası inandığımız gibi yaşa(ya)mayınca yaşadığımız gibi inanmaya başlıyoruz, ancak mesafe alamıyoruz…

Evet, Gazze genelinden kendi özelimize yüzümüzü dönmemiz gerekiyor…

Belki öncelikle kendi enfüsümüze yani iç dünyamıza yoğunlaşmamız icap ediyor…

Bizi donuklaştıran, pasifize eden, aciz ve cılız bırakan marazlar nelerdir?

İlk etapta aklıma gelenleri paylaşmak istiyorum:

Tükenmişlik sendromu mu?

Öğretilmiş çaresizlik mi?

Üretilmiş korkular mı?

Kronik tembellikler mi?

Seçilmiş yalnızlıklar mı?

Kabullenilmiş ve kanıksanmış acziyet mi?

Ertelenen sorumluluklar mı?

Ölümcül karamsarlıklar mı?

Özgüven yetmezliği mi?

Mücadele azmini yitirip kurtarıcı beklemek mi?

Yoksa yaygın olarak tedavüle girmeye başlayan metal yorgunluk mu? Ya da kusurlarımızı görmek yerine kadere yüklemek mi?

Ruhumuzu kemiren, iç dünyamızı karartan, yüreğimizi yoran, bilincimizi parçalayan benzeri virüsleri çoğaltabiliriz...

Kişiye, kuruma, ortama, çevreye, yapıya göre bu sıkıntılar yer ve öncelik değiştirebilir… Göz ardı edilmemesi gereken bir gerçek var ki, yeni zamanlarda bu marazi hallerin gün geçtikçe yaygınlık kazanmasıdır… Bu gibi içsel açmazları açmadan, dışa açılmamız pekte mümkün görünmüyor...

Her bir tespit uzun uzun üzerinde yoğunlaşmayı gerektiriyor…

Yeni zamanların, yeni hastalıklarına yeni reçeteler gerekiyor…

Hastalıkları kader bilen, içine kapanan, kendisi ile barışık olmayan tükenmişlerle yola çıkılmıyor, hedefe varılmıyor…

Bugün iç çürümeler, tüm toplumsal projelerimizin, pratiklerimizin çökmesine neden oluyor… Yürek işgalini sonlandırmadan Kudüs’ün fethine hep uzak düşeriz…

Bu travmatik ve trajik hallerimiz tedavi edilmeden, diriliş ve direniş ruhunu kuşanamayız…

Kendi ürettiğimiz korku imparatorluklarının adeta esiri olmuşuz…

Bireysel tembelliklerden ziyade ‘Tembelizm’ diyebileceğimiz bir yaşam biçimine mahkûm kalmışız… Bize enjekte edilen çaresizlik ninnileri ile uyutulmuşuz adeta… Kolektif ruhumuz zedelenince seçilmiş yalnızlıklarla yok oluşa hazır beklemelerdeyiz… Metal yorgunluklar bedensel olarak değil ben bilimcimizi bitiriyor… Umutsuzluklar ufkumuzu karartıyor... Özgüven yitimi bizi özümüzden uzaklaştırıyor…

Hülasa tükenmişliğin nedeni düşmanlarımız değil, hastalıklarımız olduğu düşünüyorum…

Bu süreçte Gazze direnişinin bizim için bir fırsat olduğuna inanıyorum… Gazze rüzgârı şifa içeriyor… Gazze de Şifa Hastanesi yıkılmış olsa da Gazze’nin kendisi bizim için şifa oldu…

O halde şifa niyetine yüzümüzü, yüreğimizi Gazze’ye odaklayalım…

Gazze’nin yıkım ve kıyımı bile yeni kıyamların muştusudur…