Ey Nebi! Özür dileriz
Yeryüzünün gelmiş geçmiş en fazla övgüye mazhar olanı insanı kimdir, sorusuna verilecek en net cevap; kuşkusuz Hz. Muhammed (sav) olacaktır.
Öncelikle
Onu en çok ve en güzel öven, Allah azze ve celle’dir…
“Şüphesiz Allah ve
Melekleri Peygambere salat ederler (överler). Ey iman edenler! Siz de Onu övün
Ona salat ve selam getirin.”(Ahzab,56)
Buna
rağmen bu gerçeğe kör ve sağır kesilen, Onu yerenler ve Ona sövenler yok mudur?
Olmaz olur mu!.
Tevhidin
özü Onu övmekse, şirkin özeti Ona ilan-ı harp etmektir…
Kulluk
sınavının en kritik konularından biridir Hz. Muhammed… Hepimiz Onunla
sınanıyoruz… Onu sahiplenme ve savunma nispetince sahici bir kulluğu sürdürebilme
imkânını yakalayabiliriz… Onu sahiplenmenin sahih imanın sonucu olduğunu da
biliyoruz.
Peki,
bugün Ona yönelik bunca saldırıya rağmen biz işin neresindeyiz?
Sistematik
saldırılar, karalama kampanyaları, gerçekleri çarpıtma, hakikati karartma
operasyonları periyodik olarak sürdürülüyor… Küresel istikbar; ifsadın, ilhadın,
iğvanın her türlüsünü sahneliyor…
Olup
biteni hep sabırla mı geçiştireceğiz?
Ona
yönelik bunca tahkir, tahfif, tezyif sürüp giderken nasıl bir tavır takınmamız
gerekiyor?
İmanın
asaleti, İslam’ın izzeti nasıl bir duruşu salık veriyor?
Bu
ve buna benzer sorular cevapsız kalırsa, Müslümanların içine düşeceği boşluk ve
belirsizlik nasıl bir sonuca dönüşür tahmin edersiniz?
Sinir
uçlarımıza dokunuyorlar, aman gaza gelmeyelim; doğru da peki bu durumda ve bu
süreç içerisinde sinirleri alınmış bir ümmete dönüşürsek o zaman ne olacak?
Bu
kadar hakareti sineye çekmek ne kadar doğru?
Tepkisizlik,
tavırsızlık zamanla bizi tanınmaz hale getirirse ne yapacağız?
Sağduyulu
olalım, ama sakın yapılan edepsizliklere sağır kalmayalım…
Haklı
bir öfkenin, hakkaniyet ölçüleri içerisinde dışa vurumuna kim ne diyebilir?
Bu
alçaklıkları ifade özgürlüğü olarak dayatıyorlar, sonra da bizden alışmamızı
istiyorlar… Genişlilik, çoğulculuk ve çok seslilik adına hazmedin, katlanın
diyorlar.
Bir
yerde saldırı varsa cevap da vardır.
Sormak
gerekmez mi?
Liberal
söylemleriniz, özgürlük şarkılarınızdaki ikiyüzlülük ya da yüzsüzlük ne anlama
geliyor? Alçaklığa alkış tutmak mıdır, özgürlük?
Hümanizmanızda
neden ötekilere yer yok?
Bunca
iğrençliği hangi özgürlük kalıplarına sığdırabileceksiniz?
Müslümanları
ötekileştirmekle de bu iş bitmiyor… Ötekileştirmeden de öte öcüleştirme ve önünü
kesme, kökünü kazıma operasyonlarıdır, yaşananlar… İslamofobinin esas temeli
tam da budur…
Bu
tezgâhı özür dilemeci bir algı ile engelleyemeyiz…
Haklı
davamızda bizi haksız duruma düşürecek eylemlerle de bu işin içinden çıkamayız.
Peki, ne yapmalı?
Öncelikle bir eylem
bilinci, eylem kültürü, eylem geleneği, eylem ahlakı ve eylem fıkhı
oluşturmalıyız… Eylemsiz olmaz, bunun altını tekraren çizmeliyiz…
Eylem
biçimimizi adalet, ahlak, itidal bağlamında değerlendiririz.
Eylemlerimiz
bir basiret ve cesaret üzere şekillenmeli… Öykünmeci özentilerden
kurtulmalıyız… Davamıza zarar verecek ferasetsizliklerden kaçınmalıyız… Bu kaçınmak,
eylemden kaçmanın bahanesi olmamalı…
Ve
bilmeliyiz ki, bu saldırıların hesabını sormazsak, yarın hesap günü hesabımız
zorlaşacaktır…
Hakkı
örtmeye, engellemeye, gizlemeye çalışanlara karşı hakkı haykırmak, gerçekleri
gün yüzüne çıkarmak akidenin gereğidir…
Aksi
takdirde ‘dilsiz şeytan’ olma derekesine düşmekten kim bizi kurtarır?
Düşünce
özgürlüğü kapısından girip değerlerimize saldıranları susturmak hakkın
asaletindendir… Yoksa münkere muhalif, şerre muarız olduğumuz nasıl bilinecek?
Tabii
ki tepkimiz de bize göre olacak? Yani nebevi bir duruşla… Çünkü nebi bize dik
durmayı öğretti… Aziz ve asil bir örneklik sundu… Bu dik duruşun ismi
direniştir… Zulme, zillete boyun eğmemektir. Acziyet ve zaafiyet
göstermemektir…
Biliyoruz
ki, tüm sindirme, silme, sıfırlama, sınırlama, sömürme salvolarına karşı
sebadın, savunmanın sahici adıdır Muhammed (sav).
Muhammed,
tüm ahlaksızlıklara, azgınlıklara, alçaklıklara başkaldırının adıdır… Muhammed,
bir meydan okumadır… Ulvi bir değişimin, deruni bir dönüşümün, Rabbani bir
devrimin karşılığıdır Muhammed…
Siracen
münira/nur saçan kandilin ışığını ağızlarıyla, kalemleri ile söndürmek
isteyenlerin buna güçleri yetmeyecektir. O’nu canlarından daha aziz bilenler,
O’nu can siperane savunmasını da bilirler…
Herhalde
İsrailoğullarının Hz. Musa(as)’a dediklerini diyecek değiliz…
“(Ey Musa) Sen ve
Rabbin gidin savaşın biz burada oturup bekleyeceğiz…”(Maide, 24)
Tam
aksine bizden beklenen Bedir ehlinin duruşunu güncellemektir…
“Ya Muhammed! Sen
bize Berku’l Gımad’a yürümemizi emretsen biz yine de seninle geliriz.”
Ya
da bizim tutumumuz, Ebrehe’nin fil ordusu karşısında Abdulmuttalib’in yaklaşımı
gibi olmayacaktır. Hani Kâbe risk altıda iken, o develerinin derdinde idi…
Nasıl olsa Kâbe’nin sahibi var, diyordu…
Evet,
Muhammed’in de sahibi olan Allah’dır… Ancak o Allah bizden Peygamberi
sahiplenmemizi istiyor… Tam da sınavımız burada başlıyor…
Peygambere
salavat ne demekti?
Onu
sonuna kadar sahiplenmektir… Onu savunmaktır… Ona sadakattır… Ona samimiyettir…
Ona karşı sorumluluktur…
Onu
her zeminde ve tüm zamanlarda savunabilmektir. Sokakta, salonda, sahada,
sahnede, stüdyoda , sınıfta, seferde, savaşta, sanalda… Hem de sonuna kadar…
Sürekli
‘Fedake Ya Resulallah/ Canım sana
feda olsun ya Resulallah’ bilincini diri tutmaktır…
İşte
bu hassasiyet Muhammedi misyona hayatiyet kazandıracaktır…
Aksi
takdirde nebevi misyon ve mesaj zamanaşımına maruz kalacaktır… Ve şimdilerde
Batının, İslam’ı ve Hz. Muhammed’i kirli dillerine dolayıp magazinleştirme
hamleleri fasılasız devam ediyor…
Yöntemler,
taktikler, araçlar farklı olsa da amaç aynı…
İslam’ın
ve onun yüce peygamberinin ağırlığını eksiltmek, itibarını zedelemek…
1400
yıl öncesinde demokrat, laik, liberal, sosyalist, nasyonal, seküler bir İslam,
seküler bir Muhammed arayışına girdiler…
İslam’ı
tartışmaya açmakla savaşı farklı zeminlerde sürdürmek istiyorlar…
Evet,
İslam’ın ve Hz. Muhammed’in ismi üzerinden sürdürülen bu savaşta nihai hedef
ise, Onun ümmetini hafızasızlaştırmak… İradesizleştirmek… İtibarsızlaştırmak…
Ve sonunda sömürgeleşmeye teşne bir ruh haline getirip sürüleştirmektir…
Bu
tuzağı boşa çıkarmanın yolu, Onun sünnetine sımsıkı tutunmaktır…