Ey dert! Benim Rabbim var
Yirminci Yüzyıl’da doruk seviyesine çıkan dindışılık, insanoğlunun olaylara kimi zaman nihilist-pesimist yaklaşımlar sergilemesini beraberinde getirdi. Koca evrende yapayalnız ve katı nedensellikle kuşatıldığına inanan bir insanın tavrı kaçınılmaz olarak bu minvalde gelişirdi ve öyle de oldu.
Her şeyin anlamsız ve değersiz
olduğunu kabul eden nihilist yaklaşım ile kötümserlik olan pesist yaklaşım,
Batılı filozofların içine düştükleri çıkmazı görmemiz için yeterliydi:
Gerçeklik yok, varlık dediğin nedir ki? Ya da geceden sonra bir daha asla sabah
olmaz, diyen bir zihin insanlık ailesine ne verebilirdi ki?
Veremediler zaten.
Batı bundan sadece 73 yıl önce 120
milyon Avrupalı insanı “Benim daha çok
olsun” diye katlederken dindışı olan ama dini istismar eden “oportünist meşruiyet”ten destek alıyordu. Makyavel (Machiavelli) öncülüğünde
yürüyen Batı, kiliseden aldığı fetvalarla Afrika’dan köle edinmek için
getirdikleri siyahiler sayesinde zenginleşti. Bu zenginlik gözü doymaz bir
Avrupa yarattı ve nihayet 1900’lü yılların ilk yarısında Batılılar dindaşlarını
da katletmekten geri durmadılar.
İnsanın sorası geliyor:
Neden?
Her şey “hiç” ise, aslında “varlık
bile yok” ise neden ve ne uğruna bu katliamlar?
Olayı basitleştirdiğimin farkındayım.
Ancak dini dışladığınız mahallede taş üstüne taş koysanız da, taş üstünde taş
bırakmazsınız çünkü fesadın başladığı an çıkar için dinin araçsallaştırıldığı
andır.
Asrımızda insanoğlu kendisini çok
yalnız hissediyor. İnsanlar, bir yandan neden-sonuç ilişkisini tartışmasız
kabul etmekle -ki bir nevi determinizmdir- çaresiz kalırken, bir yandan da âlemlere
kanununu veren ve bu kanuna hükmeden ve dahi bu kanunla sınırlanamayan Mutlak
Güç Sahibi Allah’ı dünyasından “silmekle”
yapayalnız kaldı. Bu aslında büyük bir yabancılaşmadır: kendisine, dünyasına,
evrene yabancılaşma.
İnsanoğlunun içine düştüğü yabancılaşmada
sorunlar devasa hale gelir: az biraz zorlukla karşılaştığında dünyanın sonuymuş
gibi bir ruhsal çöküntüye hasıl olur. Oysa zorlukların üstesinden gelemediği
zaman zoru kolay kılabilen bir gücün varlığına inanmak onun direncini canlı
tutabilirdi. Bu direnç ile üzerine düşeni yapar insan. Üzerine düşeni yerine
getirdiğinde başka kapıların açıldığını görebilir ama önce vazifesine
okadklanmalı insan.
Meşhur hikâyedir. Bir ormanda
ceylanlar, aslanlar ve diğer hayvanlar beraber yaşarlarmış. Tabiatı gereği
hayvanlardan bazıları zayıf hayvanları yiyerek hayatta kalabiliyorlar. Bir gün
hamile bir ceylan doğumunun yaklaşmasından dolayı ormanın uzak bir yerine
gider.
Ceylan nehrin kenarında doğumu için
uygun bir yer seçer. Tam o sırada gök gürler, şimşek çakar ve şimşek ormanda
büyük bir yangının çıkmasına sebebiyet verir. Ceylan ürker, sağına soluna bakar
ki ne görsün? Tam karşısında kendisine ok atmak için bekleyen bir avcı! Sağa
kaçmak ister avlanmak için kendisine yaklaşan bir aslan görür.
Bu gidişle ceylan ya aslan tarafından
parçalanıp yenecek ya da yangının sardığı ormanda yanıp kül olmaktan başka
çaresi kalmayacak çünkü nehre atlasa bu sefer coşkun akan bu nehirde boğulacak.
İçinde bulunduğu korkunç durumu anlayan ceylan üzerine düşeni yapmaya karar
verir.
Çevrelendiği tehditlere rağmen ceylan
üzerine düşeni, yapabileceği şeyi yapmaya koyulur ve doğumuna odaklanır. Bunu
gören avcı oku ceylana doğrultup nişan alır. Aslan saldırıya geçer. Buna rağmen
ceylan doğumu gerçekleştirmekten başka hiçbir şeyi düşünmez ve doğumu bekler.
Aslan ceylana yetişmek üzereyken
şimşek çakar ve avcının görüşünü bozar. Avcının ceylana tuttuğu ok araya giren aslana
isabet eder ve aslan oracıkta ölür. Kovadan boşanırcasına yağan yağmur da ormandaki
yangını söndürür.
Hal böyle iken ortam sakinleşir,
bunun üzerine ceylan doğumunu bitirir ve bu sefer de kurtulur.
Demem o ki bitti demeyin!
O cc bitti dememişse bitmez.
O cc yettim demişse hiç kimse, hiçbir şey size güç yetiremez.
En zor anlarınızda üzerinize düşeni
yaparak:
Ey derdim! Benim Rabbim var! deyin.
Medet ya İlahi!
deyin.
Her derde deva, her çaresizliğin
çaresi O’nda var hemi de sınırsız.