Evrensel tımarhanenin gidişatı…
Sadece son bir yılda bile tanıklık ettiklerimiz, normal bir aklın kaldırabileceği cinsten değil. Normal zamanlardan geçmediğimiz herkesin malumu da, ya değişemeyişimiz neyin alameti. Ya kendimize çekidüzen veremeyişimiz neyin belirtisi. Ruhumuz bu kadar anormal semptomlar gösterirken, herşeyin sanki hiçbir şeye maruz kalmadığı ne yaman bir çelişki.
Her yeni gün, hiç olmadığı kadar daha çok dünyaya düşkün vaziyetteyiz. Ölçü saydıklarımızla amel etmeyişimiz bir çeşit psiko-çöküş alameti değil mi? Kendi aklımızı, kendi saadetimiz için ne kadar kullanıyoruz. Kalbimizi gönlümüzün hizmetine neden sunamıyoruz. Gittikçe, daha da gittikçe bizi egomuza hapseden düşmanın çirkinliğini göremeyecek kadar görgüsüz mü olmuşuz!.. Ruhumuzun teninde bu kadar azap belirtisi varken, bedenimizin giysisine bu biçim râm oluşumuz ne çileli bir çöküş. Hakkaten bazen anlamsız anlamsız gülüyorum dünyalının dünyayı dönüştürdüğü tımarhaneyi izlerken. Oysa diyor ya ‘‘ekip, biçip gidecektik’’, maalesef hiç olmadığı kadar nefret ve intikam ve haset ve ahlak ötesi tohumlar ekiyoruz, biçtiğimiz ise kaos, sömürü, talan ve kan ve gözyaşı, işte böyle böyle gidiyoruz.
***
Hiç ölmeyecek gibi hırsla kavrulduğumuz bu dünyada yaşamayı unutuyoruz. Yaş almayı unutuyoruz, onar onar yaş alıyor birden yaşlanıyor ve bu şekilde gidiyoruz. Hayata dair yaptığımız tüm hamleler hanemize neden eksi olarak yazılıyor. Sahip olduklarımızla neden mutmain olamıyoruz. Sahip olduğumuzu düşündüklerimizin neden kölesi konumundayız. Neden huzur eksiliyor, saadet unutuluyor ve neden bahtiyar olamıyoruz!.. Neden kendimize karşı bu biçim ölçüsüzüz, bu kadar yıpranma, bu kadar koşuşturmanın bedeli, kendi kendimize azap çektirmek için miydi.
İçinde bulunduğumuz durumun tespiti ve teşhisine hiçbir bilim insanının, hiçbir psikoloğun mânâ getiremeyeceğini düşünüyorum. Dünyamızın evrensel bir tımarhaneye gittikçe döndüğünü görememek işte bu hastalıklı, işte bu buhranlı hâlin özetidir. Dünya bir virüsle cehennem teri dökerken, dolayısıyla insan bu virüsün imtihanının-imkanının başrolündeyken, rolünün getirdiği yorgunluğu, bitkinliği neden göremiyoruz.
***
İnsana şaşıyorum, insana hayretler ediyorum, nasıl bir hâl ki insan uçmuş, uçmuş gitmiş, ne tuhaf, ne komik farkında bile değil. Yine varsa yoksa arabasının markasını değiştirmek, modelini yükseltmekten ibaret her şey, insan için hikaye bu kadar, bu kadar mı, bu kadarcık mı!.. Bu kadar olmamalı, değerler silsilesini yitirmişlik, insan için bir özeleştiri sebebi olmamalı mı?..
İnsanlık, insaniyet, ilkeler, idealistlik, mânâ, aşk, değerler, haysiyet, vatan, millet, sancak gibi kutsallık atfettiğimiz rabıtalara ne oldu?.. Köşeyi dönünce unutulacak ya da görmezden gelinecek birer sözcük müydü bunlar!.. Dile kolay, bir tek değeri için dünyayı karşısına alabilen koç yiğitlerin hayat hikayelerinden bugüne. Tefekkür kanseri olmuşuz, düşünce melekemiz felç olmuş düşünemiyoruz. Akıl, akıl tutulması neyse de, yaşarken beyin ölümüne ne demeli. Sanki, sanki kalbimizi gömmüşler, bir organ eksik yaşıyoruz gibi değil miyiz. Sanki, sanki hırs modülü, sadece ve sadece hırs modülümüz çalışıyormuş gibi. Robotlaşan, taşlaşan telaşımızın taşkınlığını görememek, ameliyat masasında uyutulmuş, unutulmuş serseri mayınlar gibi bir haldeyiz, değil miyiz ya da ne haldeyiz var mı bir bilen, bir görenimiz var mı?.. Kaybolmuşluğumuzun ilanına çıkamayan sayfalara ne demeli. Çocukları için ümit filizinin köküne kireç suyu döken bir asra madalya takan bir anlayışın tanı’sı, tanı’mındayız işte. Bu da vebal olarak, bedel olarak bize yeter. Dünyanın gidişi neyse de, dünyalının gidişinin gidiş olmadığını dağdaki mıcırlar bile biliyor da, bir de biz bilebilsek.
Karıncalar kefenimizi kemirme seansına başladığında her şey geç olacak ve güç olacak. Ölüm, ruhumuzun tenini okşadığında, yakışık olmayacak dünya faslımızın ölçüsüzlüğü. En yumuşak dokumuz, gözaltı derimiz çürümeye başladığında kabir faslında, neler olacağına dair kati bir fikrim yok; lakin o zaman her şeyin güzel olmayacağına dair inancım var. Ne yapmalı. İnsaniyetimize dair fonksiyonlarımızı hareket ettirecek serum sıvısı şu ki: acımasızca kendimizi mahkeme etmeliyiz, adaletlice kendimizi mahkum etmeliyiz insanlık ve Müslümanlık denilen ruh arınmışlığının şerbetiyle. Bir çeşit nedamet ve tövbe, bir çeşit inkılap yani. Aklımızda inkılap, kalbimizde devrim. Aşkın sevdasıyla giderek evrim.