Evrensel tımarhane…
Sorgulanmayan hayat yaşanmaya değer değildir. Aklını kullanmayan kaybeder, kalbine başvurmayan ebeden kaybolmuş. Okumayan mağluptur, düşünmeyen mahrum. Elbette ruhun enerjisi bambaşka bir meleke, ancak buna talip olan kim. Duyguları perişan bir çağ yaşıyoruz. Algıların şöhretiyle hemhal herşey…
İçinden geçtiğimiz asır ve özellikle bu asrın son çeyreği tam anlamıyla hipnoptize etmiş bizi. Bir çeşit narkoz. Mana maddenin âşikar zulmünde. Materyalizm çökmeyecek ama inişte, kibir salgını başını alabildiğine kaldırmış dört nala koşmakta, tutabilene aşk ola. Gösteriş öylesine kilitlemişki insan denen canlının aklını, bu bizi sadece canlı moduna hapsetmekte, yani insan bir canlı, insanlık canlı cenazenin külü…
Bilgi en pahalı mülk bu çağda, bir yazılım, milyar doları bulabiliyor; ancak huzur üretemeyen bilgi ilgiden mahrum, yani samimiyet yok, samimiyetin olmadığı yerde sıhhat yok. Samimiyetin olmayışı, ruhun azabıdır, ruhuna meyletmeyenin ızdırabıdır hayat. Çağ her hâliyle travma geçiriyor. Sosyopatlık sendromu ağır gelir mi, hafif bile. Tuhaf bir hastalıktır yakalandığımız, çünkü ilim ve bilim o kadar aciz ki, içinde debelendiğimiz belirsizlik ve karmaşa harfiyyen evrensel bir tımarhaneye dönüştürmüş gezegenimizi. Dert edinen kim. Yeter ki akçe savaşından payelenelim kafi! Akçe külçe kaygısı, layk sarhoşluğu, ruh boşluğu, ar yokluğu, manaya öyle çirkin bir savaş açmış ki, akıl akla hayrette…
Teknoloji son hızken, huzur neden dipte. Misal tıp ilmi harikalar yaratıyor; lakin şifa şerbetinden mahrum. Mimari sanatı son hız, ama depremlere engel olunamıyor, mimarinin mahremiyetiyse mahrumiyette, takan kim. Binlerce oyun icat edildi, bir topaç döndürme keyfiyetini veremiyor, yazık değil mi evlatlarımıza. Savaş sanatlarına diyecek tek kelam yok, o ayrı. Gezegenler artık çok yakın, kardeşin kardeşe uzaklığını hangi düşmanlık tanımlayacak. İnsanlar doğal bir domates yeme hasretindeyken daha düzgün ne kaldı demek gerekmez mi… Öylesi aşırıklarlayız, tam manasıyla yer küremiz evrensel bir tımarhane…
Bütün bunlarla birlikte gönül muhacir, kalp fonksiyonel yitikliğin yoğun bakımında, aslında fonksiyonel yitikliğin yoğunluğunda, ‘bakım’ kelimesi fazla, yani tedavi yok; çünkü tedaviye gayret yok. Gönül tam anlamıyla muhacir, gönül gitti, artık herkes herşeye tacir. Olmadık bir yola girişen insanın akıbeti fenalıklar yurdudur, yâr diyarken, yâr yok, yer-yâr-diyar artık makam olmuş, şan olmuş, şöhret dolmuş…
‘‘Sevgilimle gezerken elele, haberim yok bakmışım bir çiçeğe, utanmıyor musun dedi, ben varken nasıl bakarsın bir güle’’ işte ta bu günlerden gelindi şu kokuşmuşluk ‘aşkitom’ çağına. Kalbi var, gönlü yok. Aklı var, zeka yok. İlim çok, amel yok. Sanırım doğru bir izahat şu son paragraf. İşte çağ bu. Her çağa çağdaş olan o mutlak saadet öğretilerini öteleyen, bir tek çağın sığlığına mahkumdur…
İmtihan zor, zor olacak ki imtihan olsun, amenna; ancak imtihanı bilmemek de neyin nesi. Hakikate isyan da neyin izharı, gaflet uykusu da ne hâl, gayreti ilahiye dokunan ben-benlik-bencillik hastalığı nasıl bir sarhoşluk. Gayba imanın imansızlığını yaşıyor çağın konukları… Haktan firar etmiş insan…Rabbin biçtiği murad gömleğini yırtan bir bilincin bilinçsizliğiyle mağlup insan… Hakikatin tabiatına aykırı tüm azgınlık ve aşırılıkların sıkıştığı bu çağ zor bir çağ… Bütün azap, azgınlık ve aykırılıkların bu çağda toplanması küresel bir tımarhaneden farksız kılmış gezegenimizi…
Çağ, aslında çaresiz değil… Çare?