Evlenmeden boşanmak!
“Aile-Manevi Vatan” meseleleri üzerinde en fazla duran yazarlardan
biriyimdir herhalde.
‘Mavi Vatan’ımızın
iyice kuşatıldığı bir dönemde, MANEVİ
VATAN’ımızı ayakta tutmaya çalışıyoruz.
Ne yazık ki, birileri rahatsız olur korkusundan mıdır,
nedendir, “muhafaza-kâr” meslektaşlarımızın büyük bir bölümü girmiyor bu
konulara.
Gündemde ne varsa, gündem
belirleyenler neyi istemişlerse “sadece” onu konuşuyor ve yazıyorlar.
O konularda da sadece “kendilerinden
istenilen kadarını” konuşuyor ve yazıyorlar!
Rüzgâr önünde sürüklenen kuru yaprak gibi, medya dünyamız.
Endişeler içinde!
Bu işlere girmek sıkıntılı mı?
Yani, Aile Meselemiz…
Ailemizin çöküşü…
Anadolu’nun manevi zeminin kayışı hakkında yazılar yazmak,
konuşmalar yapmak bir yazarı sıkıntıya mı sokar?
Çeşitli görüntülerdeki çok etkin “feminist gruplarla” karşı karşıya gelmenin riskleri nelerdir?
Bunları hiç bilmiyorum, böyle hesaplar da yapmıyorum.
Mevkilerin makamların, servetlerin hayra mı vesile
olacağını, şerre mi yol açacağını biz bilemeyiz ki…
İşinizin, menfaatinizin üzerine abanırsınız…
Milyon türlü hesap yaparsınız…
Ondan bundan çekinirsiniz.
Mevki ve makamınızı muhafaza eder, hatta yükseltirsiniz de…
Gelirinizi iyice arttırırsınız da…
Aileniz olmazsa, neye yarar?
Hiç şüpheniz olmasın ki, merkeze “madde”yi koyarsanız, aileniz aile olmaktan çıkar!
Size, etrafa hava atmalarını sağlayan, bol para ve itibar
getiren bir “makine” olarak bakmaya
başlar aile fertleriniz!
Verebildiğiniz, hep daha fazlasını verebildiniz müddetçe “saygı” gösterirler…
Bir gün, elinizdeki “maddi”
gücü kaybedecek olursanız, itibarınız hızla düşer.
Ya etrafınız boşalır ya da hâlâ yanınızda duranların
küçümser bakışlarına muhatap olursunuz.
Maddeyi merkeze koymuş ailelerin “baba”larıyla konuştuğumda bunu net bir şekilde görüyorum.
Bu “baba”lar, çocuklarının ya da eşlerinin istediklerini
yapmadıklarında suratların hemen asılmasından şikâyet ediyorlar.
Doyumsuzluk çağın hastalığı, insan bir de her istediğini
almaya, bulmaya alıştırılmışsa...
Olmayınca, eksik edilince tırnaklarını çıkartıyor hemen!
İpin ucunu kaçırdınız mı, toparlamanız çok zor oluyor.
Kafam hep bunlarla meşgul benim; “Anadolu Ailesi elden giderse, yani böyle devam ederse, vatan da elden
gider!” diyorum hep.
“Algıda seçicilik” işte, kafamın takılı olduğu yere dair
mesajlar anında ilgimi çekiyor.
Mesela…
Ayasofya Camii’nin (Eski) Baş İmamı Prof.Dr. Mehmet Boynukalın şöyle demiş:
“Aileyi yıkan, nüfusu
azaltan şey ekonomik sorunlar değildir.
Geçmişte çok daha
kötü ekonomik sorunlar yaşadık ama ahlâkımız, ailemiz bu kadar bozulmamıştı.
Esas sebep batılılaşma ihaneti ve İslâm’ın ahlak ve ahkâmından uzaklaşmaktır.”
Boynukalın Hocamız'dan üzerinde durulmaya değer paylaşım.
Maddi sıkıntılar, ailelerin yıkılmasının önde gelen
sebepleri arasında mı?
Yok, hayır değil.
Araştırmalar, “Eşim
az para kazanıyor, eve giren para az geliyor, onun için boşanıyoruz!”
diyenlerin oranının ihmal edilebilecek kadar düşük olduğunu gösteriyor.
“Maddi sıkıntılar”dan
bahsediliyorsa, bunun arka plânında muhakkak, “kumar, içki, savurganlık, zina” gibi haramlar oluyor.
Haramlara bulaşanlar, ahretlerini yaktıkları gibi
ellerindeki maddi imkânları da kaybediyorlar…
Evet, Boynukalın
Hocamız haklı; aileyi yıkan nüfusu azaltan ekonomik sorunlar değil.
Ekonomisi zorda olan çok sayıda aile var ama esas sorun
orada değil.
İki gönül bir olunca samanlık seyran olmuyor ama, iki gönül
bir olunca hep samanlıkta kalıyor da değilsiniz.
Etrafımızda uzun yıllar boyunca maddi zorluklar çektikten
sonra, harama bulaşmadan durumu toparlayan nice aile vardır.
Ne yani; asrın felâketinde evleri barkları yıkılan,
ellerinde avuçlarında bir şey kalmayan karı-kocalar boşanmayı mı düşündüler?
Benim gördüklerimin tamamı, zorlukları birlikte aşmak için
el ele verdiler, yuvalarını hep birlikte kurmaya gayret ettiler ve Allah’ın
izniyle başardılar.
Boynukalın Hocamız, “Geçmişte
çok daha kötü ekonomik sorunlar yaşadık ama ahlâkımız, ailemiz bu kadar
bozulmamıştı.” diyor.
Evet, çok doğru.
Lâkin bu işler “azar
azar” oluyor.
Bizim zamanımızda işler bu kadar kötü değildi ama, gittikçe
kötüleşiyordu.
Aileyi çökertmek için ellerinden geleni yapıyordu zamanın
yöneticileri.
Mesela…
Her türlü ahlâksızlığın diz boyu olduğu “Dallas” isimli bir dizi vardı zamanın
TRT’sinde…
Amerikan Dizisi Dallas’ın olduğu gün hayat adeta dururdu.
Okullarda işyerlerinde hep Dallas konuşulurdu.
Aile içi rezil ilişkiler, her türlü ahlâksızlık böyle böyle
kanıksatılırdı topluma.
Birçok “yerli” filmde, “Nerede
hacı, hoca varsa alayı sahtekâr, alayı namussuz!” mesajı verilirdi.
Zamanın merkez gazetelerinin baş sayfalarına ve eklerinin
tamamına “çıplak” kadınlar yerleştirilirdi.
Patronlar, “Oraya
konulacak kadın fotoğraflarını bizzat ben seçiyorum!” diyerek övünürlerdi.
Nüfus plânlaması adı altında ve “süslü lâflarla” neslimizi
kurutmak isterlerdi.
Memleketin zeminini böyle böyle kaydırırlardı.
Bunlarla mücadele eden Rahmetli
Erbakan Hoca ve onun gibi düşünenleri de “alaya” alır, yıpratırlardı.
Bu bir süreç işte, daha sonra iyice hızlandı bu işler.
Türkiye “serbest
piyasa ekonomisi”ne geçince Merhum Özal zamanında, “papatyalar” gibi açıldık.
“Yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı!” demekten
vazgeçtik…
Deliler gibi “çikita
muzlara” koştuk.
Evlerde elektrik tasarrufu yapmaktan vazgeçtik,
“Bütün ışıkları
yakın!” diyenlere uyduk.
Her caddede ithal mallar mağazaları açıldı.
Yerli ayakkabıyla dolaşmak ayıp sayıldı.
“Harca Türkiye!”
çağrısı, gazetelerin manşetlerine çıkartıldı.
Parası olana astronomik faizler vaat edildi, ekranlar “banker” reklamlarından geçilmez oldu.
Bankerler “uyanık”
çıktı, “işini bilir” çıktı!..
Çok daha fazla faiz için paralarını bunlara yatıranlar,
uyanıklarının bedelini eldekini avuçtakini kaybederek ödedi.
Bankerlere de yaramadı tabii o pis işler, onların da hayatları
kaydı!
Sonra, hayali ihracatçı furyası başladı.
“Hırsızlık furyası”
yani!
Bizim sırtımızdan servetler katlandı!
“Cinsel tercih”
dendi.
“Kendisini erkek gibi
hissetmiyorsa, pekalâ kadındır!” dendi.
Bu vasıftaki bir “sanatçı”nın önü açıldı.
Yıldızı iyice parlatıldı.
Konserleri çılgınlar gibi iş yaptı!
Bizim aileden bile, o konserlere gidenler oldu!
Bu bir süreç…
Hep böyle devam etti gitti.
Derken, sosyal medya icat edildi.
Bıçak gibiydi orası; istersen ekmek keserdin, istersen
adam!..
Sosyal medya hep “adamları kesmek için” kullanıldı.
Ortalık kan gölü oldu!
Ak Parti iktidarından beklenen, değerlerin aşınmasına,
ailenin yıkılmasına sebep olan unsurlarla mücadele etmesi, bir şeyleri
değiştirmesiydi…
O da olmadı!
Ve biz, İktidar önde gelenlerini, “ailemize sahip çıkmanın
önemine” dair konuşmalar yaparken izledik.
Bu arada…
İstanbul Sözleşmesi
Meclis’ten CHP’nin de desteği ile geçirildi!
Uzun yıllar sonra, kampanyalar başlatıldı ve şükür
kaldırıldı ama “ailenin dibine dinamit”
niteliğindeki “batı zihniyetli” kanunlar öylece durdu.
Milyonlar “süresiz
nafaka” uygulamasına karşı çıktı, bunun “büyük bir haksızlık” olduğunu
haykırdı.
Bunu, “Devlet’in Zirvesindekiler” de söyledi ama…
Bu konuda da, beklentiler hep boşa çıktı.
Ve ben…
Hukukçularımızdan, “Evlenme
aşamasındaki kişiler bize gelip, ‘Boşandığımda hangi mallar benim olur, hangi
mallar karşı tarafa geçer… Boşanırsam, ne kadar nafaka alırım, ya da veririm’
sorularını yöneltiliyorlar. Bu durum çok fena, çok fena!” cümlelerini duyar
oldum!”
Bu durumlardan milyonlar şikâyetçi.
Biz şikâyetçiyiz ve bizi yönetenler de şikâyetçi!