Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.74
Gram Altın
2967.78
BIST 100
9726.91
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
23 Aralık 2013

(EVE)RESTİN SONU

Son operasyonlar dolayımıyla bir kere daha ortaya çıkmıştır ki, Türkiye'de olan biten olayları kendi özgül ağırlığı ve doğal sınırları içerisinde okumak mümkün değildir. Tamam, meydana gelen sosyal olayların doğasında bir miktar özgül ağırlığı ve hacminden "taşan" bir boyut bulunur; ama Türkiye gibi üzerine farklı taraflardan siyaset geliştirilen ve yalnız başına bırakılması "doğru görülmeyen" bir ülke söz konusu olduğunda, bahsettiğimiz durum daha fazla geçerli.

Operasyonların hukuki boyutu üzerine yorum yapmayacağım. Zaten meseleler yargıya intikal etmiş durumda; dolayısıyla bu doğru olmaz. Fakat operasyonların gerçekleşme ve algılanma biçimleri ile bundan sonrası için çıkarılacak dersle bağlamında konuşmak da elzemdir doğrusu.

İlk önce meseleleri biraz daha geriden alalım. Gezi Parkı olayları sırasındaki yazımın birinde AK Parti ile ilişkilerin kötüleşmesi bağlamında "Amerika işaret çaktı mı?" diye bir soru sormuş ve buna cevaben olumlu bir yanıt vermiştim. Eylül ayı civarındaki bir başka yazımda ise "cicim yılları bitti mi?" diye sormuş ve aslında bundan sonra hükümeti zor günlerin beklediğini belirtmiştim. Bundan birkaç hafta önceki bir yazımda ise, yine öncelikli hedefin Erdoğan'sız bir AK Parti, olmazsa AK Parti'nin bölünmesi olduğunu söylemiştim. İşte şimdi bunları yaşıyoruz. 2014 yılının, Türkiye ve AK Parti için kolay olmayacağı kesin. Yerel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri, Türkiye'de aktüel siyasetin gündemine değemeyen kurumsallaşmış muhalefet için bir fırsat oluşturuyor.

AK Parti ve Cemaat arasındaki restleşme artık geri dönülemez bir sürece girmiştir. Bu restleşme gerek AK Parti gerekse Cemaatin Türkiye sınırları içindeki güçlerini aşan özgül ağırlık ve hacimlerde devam etmektedir. Dolayısıyla bu restleşme ve gerginlikte "uluslar arası" boyutu gözden çıkararak bir okuma yapmamız sağlıklı da değildir, olası da değildir. Bu konuda ortaya çıkan semptomlar çok net bir biçimde ortadadır.

Operasyonlar gerçekleştikten sonra, yine bu konuda medya yazarları bir taraf olarak meseleleri değerlendirmeye başladılar ki, medya savaşları böyle oluşuyor. Türkiye geçmişten bu yana ne tür olaylar yaşarsa yaşasın, yargı siyasetten bağımsız olarak değerlendirilmiyor. Kanaatimce meselenin en sorunlu boyutu da burası. Meydana gelen her türlü restleşmelerde, "yargı" kararları bir şekilde siyasetin bir parçası olarak analizlerin içinde yer almaya başlıyor.

Bu bağlamda öncelikli olarak yapılması gereken şey; kuvvetlerin ayrılığı prensibini güçlendirmek; yargı ve emniyet gibi önemli kurumsallaşmış güçlerin birilerinin ele geçirdiği yorumlarına fırsat bırakmayacak derecede kendi hacmi ve doğallığı içerisinde işlemesine izin vermektir. Bu sebeple kriter ve ilkelerin işlemesini sağlamak en önemli takip edilecek hususlar olmalıdır. Çünkü anlıyoruz ki, her dönemde "adalet" herkese gereklidir.

Başbakan Erdoğan'ın Parti'den öte bir karizmasının olduğunu biliyoruz. Gezi Parkı olayları toplumsal vicdanda çok geniş bir makes bulmadı. Bu olayların ne kadar önemli olduğunu her fırsatta söylüyorum; çünkü Türkiye'nin kurumsallaşmış muhalefet dışında yeni öznel politize olma biçimlerine nasıl evrilebildiğini de göstermesi açısından önemli. AK Parti'nin bu politize olma biçimlerine karşı, sürekli sandıkta hesaplaşmayı göstermesi, meselenin çok kapsamlı değerlendirilmediğinin de bir kanıtı aslında. Geniş kitleler Erdoğan'a bu olaylarda destek verdilerse de, son gelişmelerin ardından bu destekler çok kırılgan hale gelebilir. Çünkü konu artık bir "kalkışma" denilebilecek boyuttan evrilerek "yolsuzluk" etiketi üzerinden işlemektedir. Yapılması gereken en önemli şey; tüm olası yolsuzlukların da sonuna kadar üzerine gitmekten geçmektedir.

Bu safhadan sonra Cemaat mi AK parti mi galip gelecek sorusundan ziyade, Türkiye kazanacak mı kaybedecek mi sorusu etrafında düşünülmelidir.