Evanjelizm bir terör ahtapotudur
“Razı olma paradigması mazoşist bir antlaşmadır” diyor Deleuze. Çünkü razı olduğunuz an iş bitmiştir karşı tarafın tüm baskılarını peşinen kabul etmiş oluyorsunuz.
Bakınız şu vakte kadar yarısı çocuk olmak üzere neredeyse yüz bin insan katledildi. Gazze’de tarihin en büyük soykırımı yaşanıyor.
Aile kurumu başta olmak üzere insan doğasına yönelik hemen her alanda büyük saldırılar düzenleniyor. Ülke insanları topyekûn yozlaştırılıyor ve yeryüzünde büyük bir ahlaki çöküntü yaşanıyor.
Bunlar birden olmadı. Üzerinde çalışılmış, hesabı kitabı yapılmış uzun soluklu projelerden bahsediyoruz.
Facebook, Instagram, Google, Microsoft, Big Tech, Blackrock, Mastercard, UBS gibi Big Finance, Northrop Grumman, Lockheed Martin, BP ve Chevron, Big Oil, PepsiCo, Amazon, Walmart daha ismini sığdıramadığım yüzlerce şirketin tek bir hedefe kilitlenmesi boşuna değil.
Clinton dönemi Dışişleri Bakan Yardımcısı Strobe Talbot, 20 Temmuz 1992’de TIME Dergisi’nde şöyle diyordu, “Aslında, bahse girerim ki önümüzdeki yüz yıl içinde bildiğimiz şekliyle “ulusluk” modası geçmiş olacak, tüm devletler tek, küresel bir otoriteyi tanıyacak.”
Ne demiştik. Razı olduğunuz an hapı yuttunuz. Elinizde sadece hamaset ve kurusıkı bir siyaset kalır.
Geçenlerde Eski İsrail Başbakanı Naftali Bennett, ABD'nin İsrail'in İran ve müttefiklerine karşı yürüttüğü savaşlara karşı mücadele etmemesi halinde "11 Eylül'ün tekrarı" ile karşı karşıya kalacağını söyledi. Daha doğrusu tehdit etti.
İran’ı da terör ahtapotuna benzeterek kafasının kesilmesini ve bu korkunç rejimin tıpkı eski SSCB gibi yıkılması gerektiğini söyledi.
“Bu topraklar bize Kutsal kitapta vaat ediliyor, vazgeçersek canımız çıksın” diyen sapkın bir Siyonist bu.
Peki, biz ne yapıyoruz?
Hemen her gün televizyonlarda İran’ı kötüleyip onlarla dalga geçiyoruz. Sözde İslamcıların, seviyesiz ve duyarsız yorumcuların İran’ı hedef alan ve aşağılayan analizleriyle vakit geçiriyoruz.
Bunu yaparken Amerika ve İsrail’e alan açtıklarını hesap edemeyecek kadar bir akıl tutulması yaşıyorlar.
Herif, “Vazgeçersek canımız çıksın” diyor ve İran başta olmak üzere büyük oranda Arap nefreti körüklüyor bizim kanallarımız ise yirmi dört saat bu MOSSAD algısını üretiyor.
Yaklaşık bin sekiz yüz düşünce kuruluşunun çekip çevirdiği Amerikan dış politikası tek bir hedefe kilitlenmişken ve İsrail’i de kullanarak İslam coğrafyasında hüküm sürmek isterken Türk yorumcuların ısrarla İran ve Arap nefretini körüklemesini neye yormalıyız?
Türkiye’nin, küresel güçlerin güdümünden çıkarak güçlü, zengin, bağımsız bir ülke olma yolunda ilerlemesi böyle mi olmalıdır?
Oysa bugün İsrail’in arkasındaki gerçek gücün Evangelistler olduğunu ve bu yapının sözde gelecek olan bir Mesih üzerine bina ettiği teo-siyaset ve ekonomi temelli kölelik düzenini tüm dünyaya anlatmamız gerekirdi.
Asıl terör ahtapotu Evangelistlerdir. Bu yüzdendir ki bu yapının kafasını kesmeden dünya huzur bulmayacaktır.
O halde neden sürekli ayrıştırıcı bir dil kullanılıyor. Ve siyaset neden git gide seviyesini ve ağırlığını yitiriyor.
Erdoğan meydan okudukça ve dış politikada sağlam adımlar attıkça neden kendisini Yüce Divanda yargılamak isteyen, sürekli altını oyan ve Amerikan politikalarından taviz vermeyen Woodrow Wilson ödüllü siyasetçilerle yakınlaştırılmak isteniyor?
Ve neden bu ezik, pasif, gevşek, çıkarcı ruh halinden bir türlü kurtulamıyorlar?
Hep derim, çileyi değil istirahati, zoru değil kolayı, savaşmayı değil teslim olmayı, hürriyeti değil esareti velhasıl küresel sisteme entegre olmayı tercih eden zihni bulanık, gönlü kayık, seviyesiz, kalitesiz, cesaretsiz insanlarla yol tutmayı artık bırakmalıyız.
Çünkü durum çok ciddi. Ve unutmayın, dünya hükümeti bir komplo teorisi değildir.