Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
08 Kasım 2016

Ev Çok, Huzur Az

Neredeyse babaanne olma potansiyeline sahip olduğumuz şu günlerde, evimizde ihtiyarımızı göremeyince, kış aylarında evimize gelen babaannemi hatırladım. Size ondan biraz bahsetmeliyim.

Beyaz yaşmağının altında yere bakan iki göktü babaannemin gözleri. Bulutları başında gezdirirdi. O beyazlığın huzurlu gölgesinde, gözlerimiz birbirine kavuştuğu zaman kendimi yeryüzü sanırdım. Bu portre çocukluk seyirlerimin en güzeliydi. O saklanan bir kadındı. Neden bu kadar saklanıyor olduğunu o zamanlar anlamazdım. Fakat "sürprizlerin" orta oyunu olduğu, merakta sona gelinen, mahrem veya cazibe kelimesinin önce anlamını, son olarak da kendisini toplayıp çekip gittiği şu günler, çocukluğumun o saklı hazinesini hayalime o şekliyle çekiverdi.

Bir de o vakitler diğerlerine nazaran televizyonun en geç girdiği ev bizim evimiz sayılabilirdi. O sıralarda -anlayamadığım bir inat yüzünden- babam bir türlü televizyon almadığı için, başköşemiz hala bize masallar anlatan dedemize ve nenemize aitti. Sakal kıpırtıları ve yaşmak dökümlerinin çevrelediği masallardan kurduğumuz hayalleri şu an hatırlayamıyorum bile. Kesinlikle televizyonun sunduğu sönüklükten ve donukluktan çok daha tabii renklere sahipti. Yemin ediyorum. En ilginç olanı ise; sonraları eve televizyon alındığında çok defa şahit olduğum o sahne! Babaannem. Televizyona tam arkasını dönerek oturmuş. Çocuktum. Bu tepkisini filmden pek hoşlanmadığına yormuştum. Mesela o yaşlarda, haberler başladığında ben de tıpkı babaannem gibi televizyona arkamı dönmek istiyordum.(İlginç fakat bu yaşlarda da oluyor bu.)

Fakat hayır. Muhtemeldir ki yaşmaklı sevgilim, kutunun içinde dönüp duran dünyaya sırtını dönmek ve o hengameden kendisini korumak istemişti. O kadar da saklıyken. Gölgesi bile sobelenmemişken.

Bizim o kadar heyecanla baktığımız dünyaya, babaannemin sırtını dönmesi, baktığı şeyin çok daha cazip olduğunu düşündürüyor. Ama duvar vardı. Ben görememiştim. Sadece şalvarının cebinde dizili zikirler vardı, boncuk boncuk. Uzak hayallerin depoladığı mucizevi topçuklar... Bazen boynuma asıp beni öptüğünde hayallerin sultanı olduğuma nasıl da inanırdım. Çok geçmeden geri alırdı. Biliyordum hayatının tek rengi oydu. Bazen bu dizinin kopup saçıldığını, uçuşup kaybolduğunu hissederdim. Bir parmak adımı, bir dudak kıpırtısı. Birlikte göremediğim bir yere, daha öteye doğru yol alıyorlardı.

Herkesin kendi ihtiyarı kendine sevimlidir, bilirim. Çocuğunun kendine güzel geldiği gibi...Fakat insan ihtiyar olduğunda topyekun sevgi ve merhameti tabii olarak hakkediyor. Onları ayırt etmeden sevdiğimizi düşünüyorum. Sevgimizi göstermekte pek çok eksiğimiz olsa da...

Kış ayları başladığında aklıma ilk gelen şeylerden biri de, çoğu zaman tıpkı sokaktan, oyundan zorla çağırılan çocuk gibi inat ettikten sonra, kendi evlerinden alınarak şehirdeki oğlunun, kızının evine, yanına gelen, illa getirilen ihtiyarlarımız. Sizinkiler hala gelmedi mi? İnat mı ediyorlar.

Ve onların gelişiyle birlikte o çok düzenli evlerimizde daha bir görünmeye başlayan bir kısmı materyalizm karşıtı olan materyaller. Baston. Yorulan omurga. Dik durmanın, yıkılmam, ayaktayımın yardımcısı. Takke. Zamanın hallerine rağmen hala üşütmemiş kafa. El örme yelek. Dünyadan iyice soğumuş olmak. İlaç torbaları. Faniliğin eksiği gediği. Unutmadan, eczanenin verdiği ve eğer güzelse içine yakın gözlüğü ve bir iki başka şey de konulan ve ondan bundan sakınılan "çente"ler. Su tulumu. Ağrısı sızısıyla gün. Seccade. Kuş gibi olmak. Gözyaşı. Ben ettim, Sen etmeler. Acziyetin damla hali. Tesbih. Doksandokuzlusunda; (Sübhanallah!) Paksın ve ben Sana hayran! (Elhamdülillah) Halime şükür. Ne kadar teşekkür etsem az. (Allahu ekber!) Çok büyüksün. Pek küçüğüm. cümleleri...Beşyüzlüsünde; (La ilahe illallah) Hayır, hayır...sadece Senin sözüne uyarım. Bir de (Estağfirullah...)Vallahi billahi çok pişmanım.

Evimizin neşesidir, keyfidir onlar. Kış gelince, kalkın, evinizin orasına burasına iyice bakın. Şayet kırışmış bir ten, çok çalışılmış ve bir kenara bırakılmış dünya, hakiki menzilini farketmiş ve artık bir yere yetişmeyen ağır aksak adımlar, yorulmuş baston, koridorda orda burda illa zikirli bir nefes, bir iman kokusu yoksa bilin ki eviniz kendi köşelerine büzüşmüş hıçkırıyor. Bir ev olması gerekenlerin hepsini içeri alıp kapısı kapandığında en çok gülümsüyor çünkü. Huzura mekan olduğunda...