Euro birliğine katılma zamanı geldi
1994 yılında Tansu Çiller Hükûmeti’nde yaşananlar bugüne çok benzerlik gösteriyor.
O dönemde Türkiye’nin iç dinamiklerinden kaynaklanan nedenlerle Türk Lirası, birçok para birimi karşısında değer yitirdi. Dolarizasyonun yanında birçok para birimine olan talep nedeniyle TL’nin değer kaybetmesi, Merkez Bankası’nın TL’ye itibarı artırmak için yüzde 1000’e varan faiz artışlarına yapmasına neden olmuştu.
Türkiye için gerek siyasi gerek ise ekonomik birçok karanlık olayın yaşandığı 1990-2000 arasındaki süreç, kolay unutulacak gibi değil.
Bir de korumacılık nedeniyle dünya ile rekabet edemeyecek durumdaki üretimimizi AB ile entegre etme çabalarımız, Avrupa Birliği ile bütünleşme arzumuz bir sonucu olarak “Gümrük Birliği”ne katılmayı "zaruri" bir hedef hâline getirdi.
O zamanlar, "Türkiye’nin hazırlıksız bir şekilde Gümrük Birliği’ne dâhil edilmesinin Türk ekonomisi için yıkıcı etkisi olacağını" söyleyen muhalefet, kısmen haklıydı.
Ani kararlar muhakkak geride kayıplar bırakır. Öyle de oldu.
Avrupa Birliği ile iki yıl süren müzakerelerin sonunda 5 Mart 1995 tarihinde yapılan Ortaklık Konseyi toplantısında alınan kararla, Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe girdi.
“Yıkıcı olacak” eleştirilerinin bir kısmı doğru çıktı.
Çünkü mevcut piyasa düzeninden nemalananlar vardı.
Türkiye’nin teknik gelişimine her türlü katkı sunulacağı düşüncesinden mi yoksa Avrupa’nın ucundan köşesinden tüm sistemlerinin içinde yer alma arzusundan mı bilinmez; Türkiye’deki tüm iktidarlar AB ile yakınlaşma sürecinden "neredeyse" hiç taviz vermedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın döneminde, Türkiye'nin aday ülke olmasının ardından Avrupa Birliği Anayasasına imza atılarak“entegrasyon” sürecindeki en büyük ilerlemenin kaydedilmesi gözden kaçırılmamalı.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)'nin Avrupa Birliğine girdikten sonra Türkiye'nin tüm adaylık sürecini baltaladı.
Atılan her adımda Yunanistan ve GKRY'nin vetolarına takılan Türkiye, müzakere fasıllarını kapanmaması nedeniyle AB hevesini yitirdi.
Bu süreçte dünya genelinde artan göç sorununda hedef haline gelen Avrupa Birliği de giderek muhafazakâr liderlerin yönetimi altına girince Türkiye’yi “öteki” olarak gören yeni liderler tarafından Türkiye'yi için “ayrıcalıklı ortaklı” senaryoları dillendirildi.
Sözler tutulmadı.
Avrupa, süreci soğuttu.
Türkiye, süreçten soğudu.
Şimdi yeni bir reform süreci başlatıldı. Bu sürecin siyasi saiklerle başlatılması yine Avrupa Birliği’nin siyasi olarak görmesine ve süreci geçiştiren bir tutum almasına neden olacaktır.
Daha somut adımların atılması çok önemli.
Kazan kazan ilkesinin devreye alınacağı eşsiz bir zamanlardan geçiyoruz.
Tüm dünyanın Büyük Buhran’dan daha büyük bir kriz ile uğraşıyor olması piyasaları yeterince korkutuyor.
Bir de üstüne Türkiye’nin döviz rezervinin yetersizliği nedeniyle iş insanlarının kur dalgalarından korkması yatırımlar noktasında çekingen bir duruş sergilenmesine neden oluyor.
Benim önerim Avrupa’nın Türkiye’nin siyasi üyeliğine sorunlu baktığı bir dönemde “reform söylemlerini” Avrupa’nın da kabul edeceği bir düzleme evirerek önceliklerin değiştirilmesi yönünde.
Almanya ve Fransa’nın siyasi ağırlığını yok edecek bir nüfusa sahip Türkiye’nin, AB ile tam üyelik hedefini parçalara bölmesi gerekiyor.
94 krizi sonrası Türkiye piyasasının dünya ile entegre olmasını sağlayan Gümrük Birliği’ne giriş iradesinin şimdi de Avrupa Birliği’nin ortak parası olan “Euro Para Birliği”ne girmek için gösterilmesi mevcut durumda daha uygulanabilir bir hedef gibi duruyor.
Evet birçok zorluğu bulunan bir teklif bu.
Ama Türkiye’nin sistemi reforme etme çabalarının somut bir karşılığı olabilir.
Avrupa’da eksi faiz uygulamalarının yoğun olduğu bir zamanda bu hedefin Türkiye ekonomisini bir daha krize giremeyecek kadar ileri taşıması mümkün.
AR-GE sorunumuzu da aşacak bir dönemin kapısını bu yolla aralayabiliriz.
Türkiye için kabul edilebilir bir hedef olduğunu düşündüğüm Euro Para Birliği’ne girme fikrinin daha detaylı gündeme getirilmesinde fayda var.