Dolar (USD)
33.97
Euro (EUR)
37.59
Gram Altın
2718.22
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

01 Ağustos 2024

​Eşyayı yeniden tanımlamak

“Hakikat” elbette sadece felsefi ve soyut bir tartışmanın konusu değildir. Ancak dini ve felsefi düzlemde temellendirilmeden gündelik pratikler üzerine konuşmak bazı nedensel bağlantıların gözden kaçırılmasını sonuçlamaktadır. “Hakikat” bir bakıma temel bir ölçektir.

Meselâ; uzun zamandır Türkiye’de enflasyonun doğru ölçülüp ölçülmediği üzerine bir tartışma yapılmaktadır. Bu tartışmada Tuik’in verilerinin gerçekliği yansıtmadığı dillendirilmektedir. Buradaki asıl mesele; enflasyonun doğru ölçülmediği (hakikatinin ortaya konulmadığı) bir durumda aslında onunla mücadelenin de başarısız olacağıdır. Dolayısıyla bir meselenin “aslı”nın ortaya konulması, onunla doğru bir ilişki geliştirilebilmesi için zorunludur.

İslam açısından düşünecek olursak hakikat verilidir. Yani hakikat insandan bağımsız olarak dış dünyada bulunmaktadır. İnsanın temel görevi kendisini kuşatan bu eşyanın hakikatini keşfetmeye uğraşmaktır. Elbette insanın sınırlı gücü ve bilgisi sebebiyle hakikatin tümünü kavrayabilme ve ortaya koyabilme gücü yoktur.

Hakikat’in iki farklı yüzünden bahsetmek mümkündür. Birincisi, tüm eşyayı yaratan, ona hakikati veren Tanrı zaviyesinden hakikat. Belki de Kant’ın eşyaya dair “kendinde şey” dediği burasıdır. Kant’ın da belirttiği üzere “kendinde şey”i biz bilemeyiz. İkincisi, hakikatin bize dönük yüzüdür. Bu da insanın farklı bilgi elde etme yollarıyla ve yöntemleriyle eşyaya dair tümüyle kavrayamadığı fakat parça parça elde edebileceği boyuttur. Biz meselenin bu kısmıyla ilgiliyiz.

İçinde yaşadığımız post/modern durumda İslam’ın hakikat kavramına yaklaşımı ile post/modern perspektifin yaklaşımı arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Bir kere modernlikle birlikte, hakikatin adresi, daha doğrusu kaynağı “Tanrı” olmaktan çıkarak insan haline gelmiştir. Dolayısıyla pre-modern dönemde insan başta olmak üzere tabiat ve eşyaya bakarak Tanrısal hakikatleri anlamaya çalışan tavır sona ermiştir. Bunun önemli sonuçlarından birisi insan, tabiat ve evrenin Tanrı ile olan zorunlu ilişkisinin koparılmasıdır.

Bilindiği üzere bilhassa pozitivistik yöntemlerle yapılmaya çalışılan bilim bu hakikatin kesin biçimde ortaya konulabileceği iddiasındaydı. Fakat zamanla insanı kuşatan hakikati bütünüyle kavrayamayacağının farkına vardı. Hatta totallik ve evrensellik iddialarından da vazgeçti.

Tam da bu noktada postmodern duruma ulaşmış durumdayız. Bir kere postmodernliğin hakikatle ilgili yaklaşımlarında şu nitelikleri ortaya koymalıyız. İlkin, hakikatin verili olduğunu reddetti. Hatta hakikatin sürekli değişebilirliği dile getirilmektedir. Fakat daha da ötede hakikati parçalayarak göreliliği getirdi. Görelilik “hakikat” kavramı için sübjektivitenin önünü daha da açtı. Hatta “post-truth” yani hakikat ötesi kavramıyla bunu daha ileri boyuta taşıdı. Böylece herkesin kendi sübjektivitesinden hareketle eşyayı yeniden tanımlama hakkını elde ettiği ve buna meşruiyet kazandırdığı bir duruma ulaşmış olduk.

Burada eşyanın Tanrı ile ilişkisinin koparılışı, insanın dünyada hem aktif hem de mütevazi olan konumun değiştirmiştir. Birincisi, artık hakikat verili olarak düşünülmediğinden onu arama sona ermiştir. İkincisi, insan giderek Tanrı’nın yerine ikame olmuştur. Nitekim post/modern durumda her bir insan birer mikro Tanrı’dır.

Burada üzerinde durulması gereken asıl sorun ise, eşyanın tanımına dairdir. Postmodern insan eşyayı tanımlamayı külli bir tavır olarak üstlenmiş görünse de, bu tanımın sabitesi olmadığından, tanımın konusu olan insan ve tabiat; hasılı eşya güç ilişkilerine ve istismarına açık hale gelmiştir. Güya tüm tanımlar eşittir; ancak güçlülerin tanımı ilişkileri belirlemektedir.

Bugün ulus aşırı sermayenin post/modern büyülü yöntemlerle emtia satmak için eşyayı yeniden tanımlamaları gibi. Geriye kalan kitlelere ise bu tanımların ilişkilerini yaşamak düşmektedir.