Eşyanın Şairi: Sedat Umran
Ömrünü şiire veren şair Sedat Umran 7 Ağustos 2013’te sustu. Onu eşyanın şairi olarak tanıdık. Sedat Umran; cansız varlıkların dilini çözen, başka bir âlemin renklerini, seslerini, ruhunu şiirlerinde işleyen, kendine mahsus tavrı ve hayat felsefesi ile dikkat çeken bir şairdi. Evvela onu rahmetle anıyorum.
Sedat
Umran, 90’lı yıllarda öğrendiğim,
okuduğum bir şairdi. Hem hayatı hem de şiire bakışı farklı idi. Çünkü “son modern” şair olarak görülüyordu. Onun alıp okuduğum ilk eseri “Şiirde Metafizik Gerçek” adlı deneme
kitabı idi. Bu kitapta Umran, "Necip Fazıl olmasaydı, ben de
olmazdım." diyerek çizgisini belirtmiştir. Dolayısıyla onu daha
yakından takip etme ve tanıma gayretimiz oldu. Ancak o, zaman geçtikçe inzivaya çekildi. Belki özel
hayatı belki de yaşlılığı buna sebepti ama yazdıkları, söyledikleri hep farklı
idi. Bir şairin en zor dönemi belki de ömrünün sonlarıdır. Çünkü çağdaşları, çevresi, okurları azalıyor,
kimisi vefat ediyor, kimisi de ömrünün sonlarını kendi köşesine çekilerek
geçiriyor. Sedat Umran’ın kendisi de böyle bir ömür sürdü. Yine de edebiyat
çevrelerince takip edildi, onunla söyleşiler yapıldı.
Sedat
Umran’ın asıl adı Osman Sedat Öcal'dır. 1926’da İstanbul’da doğmuştur. İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden 1948’de
mezun olan Umran, “Erenköyünde Akşam” isimli
ilk şiirini 1943’te Yedigün
dergisinde yayımlamış ve adı da “Yedigün
Şairleri” arasına girmiştir. Şiirin
son bölümünü alıyorum: “Kirazlar
andırırken ateş damlalarını/Gurup söndürür birer birer lambalarını/Alevden
tüllerini indiriverir canlar…” Bu şiirde
Ahmet Haşim’in sesini hissedebiliyoruz. Yedigün
Şairleri Antolojisi’nde, Sedat Umran bahsinde “…kendini Haşim’e vererek, gerçekten bu büyük şairin yolunda kendine
has bir sembolizma ile şiirler kaleme almıştır.” denilmektedir. Sedat
Umran’ın “Akşam Şiirleri” onun Haşim’den ne kadar etkilendiğini göstermeye
yeter. Ahmet Haşim’in, “seyredelim eşkâl-i hayatı” dediği yerde Umran, “Benim şiirim gerçekçi bir şiir değil, gerçeğin bendeki yansımasıdır.”
der.
Sedat
Umran, “eşya sembolizmi”ni devam ettirerek, “nesnenin fizikötesini araştırmış,
bulmuş, bir tür nesne simgeciliği” gerçekleştirmiş ve şiire girmesi akla
gelmeyecek birçok nesneyi de şiire sokmuştur. “İki Kapı ve Biten Rüya” şiirinde nesneler üzerinden var ettiği simge ve çağrışım dikkat çeker: “GECE
arkamızdan kapanan kapı,/Açılan bir kapı önümüzde GÜN/Bir meyve rüyâmız olgun
ve bütün:/Avcumuzda kaldı ne yazık sapı!..” (İki Kapı ve Biten Rüya,
Yedigün Mecmuası, 23 Mart 1947)
Sedat
Umran, ilk şiir kitabı Meşaleler’i 1949’da
kendisi yayımladı. Meşaleler’den: “Nefes
alıyor sessiz perdeler karanlıkta/Ay sükûtla örüyor tenhâda
kozasını…/Fısıldıyor perdeler bir haber karanlıkta:/Ve uyku uzatıyor sükûn dolu
tasını”(Yedigün Mecmuası, 16 Eylül 1945).
Sedat Umran’ın şiiri
için birçok değerlendirme yapılmıştır. Ahmet Haşim ve Necip Fazıl’dan etkilense
de onun kendine ait bir üslubu ve dili vardır. İlhan Berk’in deyimiyle Umran,
“ham bir dili kullanıyor” ve bu dil, şiirin
yapısına da uzanıyor, şiire karşı bir şiir deneyine giriyor.
“Eşya
sembolizmi”ni var eden Umran, “Şair,
herhangi bir konuya baktığı vakit onu canlı olarak görür yani şair olan kişide
sezgi vardır.” diyerek fizikötesinin kapılarını açan bir sanatçı olduğunu
göstermiştir. Nesneler üzerinden insanın iç dünyasını ortaya koymuştur. “Makas” şiirinin son bölümünden aldığım
şu dizelerde de görüldüğü gibi bilinçaltında olanları eşyanın kimliği ile dışa
vurur: “Makas olaydım/bölerdim uzayan can
sıkıntısını,/umutlarımı, ürkekliğimi, yalnızlığımı da,/ölümümü kendime göre
keser, biçerdim.”
Sedat
Umran Türk şiirinden beslendiği gibi Alman edebiyatından da etkilenir.
Ezberinde Türk ve Alman şiirine ait 40 bin dize olduğunu söylenmektedir. “Resimli Yedigün Şairleri Antolojisi”nde,
“Alman edebiyatından bilhassa Nicolaus Lenau ve Eduard Morike’yi okuyarak ciddi
bir heves duymuş.” denilmektedir. (Ergüven, Abdullah Rıza, Resimli Yedigün
Şairleri Antolojisi, İst., Marmara Basımevi, 1947, s.102)
Sedat Umran, gerçeğin
ölümsüz olduğunu savunarak, şiirde metafizik gerçeğin bulunmasının ölümsüz
gerçeği elde etmiş olmasını sağladığını belirtmektedir. Şairliğin Yaratıcı
tarafından bahşedildiğini, tabiatın ve hayatın etkisi ve şairin iç dünyasındaki
hareketle de şiir yazıldığını söyler. Şiir ve gerçeklik onun şiirlerinde
birleşerek karşımıza çıkar. Sedat Umran
kendisiyle yapılan bir söyleşide sanat anlayışı hakkında kendisini şöyle
konumlandırmıştır: “Şeyh Galip ve Ahmet
Haşim yörüngesindeki ahenk ve sembol anlayışıyla ‘sembolizm’ çerçevesinde
değerlendirmek daha doğru olur. Ancak Haşim’de “eşya” unsuru yoktur. Ayrıca
bende ‘akıl’ ön planda.” (Ahmet İlteriş YALIN, Bir Şiir Mektebi Olarak
Yedigün Mecmuası, Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Yeni
Türk Edebiyatı Bilim Dalı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara,2012)
Leke’nin şairi olarak bilinen Umran, Leke’de, “Leke aşmaz sınırını,/Kendini bilir,/Durur bütün
oturmuşluğuyla;/Dağıtmaz, yaymaz gücünü/Siz dokunmayınca.” demektedir. İçi
gören bir mistik anlayışla millî kültürden ve gelenekten beslenen, hayalin
üzerinde bir hâkimiyet olarak şiirini inşa eden, şiiri bir ihtiyaç olarak
gören, her saniyesinde şiiri arayan, hayatın anlamını şiirde bulan, şiirini
akıl süzgecinden süzen, gözlem, zekâ ve ilhamla şiir yazan, ahenk unsurlarını
vasıta gören Sedat Umran; on iki şiir kitabı, on altı çeviri, dört antoloji ve
bir deneme kitabı yayımlayarak 7 Ağustos 2013'te bu dünyaya veda etti.
“Yalnızlık” şiirinin son bölümüyle bir kez daha onu hatırlamış olalım:
“Aynalar
şimdi bir parça sevindi
Herkesten
apayrı yaşamak neye?
Dalarlar
daima bir düşünceye
Şair
aynaların iç yalnızlığı
Bitmiyor,
bitmiyor hiç yalnızlığı!..”