Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

31 Ekim 2013

Eski Siyasetin Günbatımı

Türkiye'nin siyasi tarihine ilişkin yürütülen tartışmalarda karşımıza çıkan önemli tespitlerden birisi, Osmanlıdan Cumhuriyete geçişte siyasal sürekliliğin belirgin bir şekilde korunduğudur. Osmanlıdan Cumhuriyete geçişi yürüten kesimlerin/kadroların/aktörlerin, bürokrat/asker kimlikleri ve yeni yapıda devlet-toplum ilişkisinin temel karakteristiği dikkate alındığında, bu alanda bir süreklilikten bahsetmenin makul olduğu görülmektedir. Siyasal alanda görülen sürekliliğin aksine keskin kopuşların yaşandığı sosyal-kültürel alan, bugün hala temel sorun alanlarımıza kaynaklık eden yapı olma hüviyetini sürdürmektedir. Ancak bu durum, tarihsel süreklilik gösteren siyasal alanın problem taşımadığı anlamına gelmez. Sosyal-kültürel alanda yaşanan kopuşun siyasal iktidar üzerinden yürütüldüğü göz önünde bulundurulduğunda bu alanın başlı başına ele alınıp tartışılmasını zaruri kılmaktadır. Ancak sosyal-kültürel alanda seyreden keskin operasyonlar, tartışma zeminini defacto olarak belirlemiştir. Dolayısı ile sosyal-kültürel alanın operasyona tabi tutulması dikkatlerimizin bu alana yoğunlaşmasını zorunlu kılmaktadır.

Çatışmanın, çelişkinin yaşandığı sosyal-kültürel alan, Cumhuriyetle birlikte kopuş ve mücadele alanına dönüşmüştür. Yıllardır toplumun temel tartışma, çatışma gündemini oluşturan şey de sosyal-kültürel alanda yaşanan operasyonlardır.

Değişen ahval ve şerait içerisinde toplumun nasıl olması gerektiğine ilişkin anlayış, siyasi iktidarın mutlak belirleyiciliğinde kapsamlı bir toplum mühendisliği uygulamasını beraberinde getirmiştir. Yeni devlet kurulduğunda yapılması gereken, modern devletlerde (Fransa, İtalyau2026) yaşandığı gibi yeni toplumu (Türk Milletini) oluşturmaktır. Devletin topluma öncelendiği bu durumda toplumun inşa edilebilir, kurgulanabilir olduğuna ilişkin inanç kuvvetlendikçe yapılmak istenen değişikliklerin yaşama geçirilmesi o oranda artmıştır. Doğruyu, gerçeği ya da olması gerekeni bilenlerin yapması gereken şey, eldeki tüm araçları, imkanları seferber ederek olması gerekenin gerçekleştirilmesini sağlamaktır. Mücadelenin çetin olacağı aşikardır. Zira yüzyılların taşıyıp getirdiği yanlışlar, çarpıklıklar, hurafeler insanların inanç ve düşüncelerinde yaşamaktadır. Geçmişe ait olan ve geçmişte kalması gereken inançsal-zihinsel kalıntıların tortuları ile birlikte silinip atılması, devletin yürüteceği radikal politikalarla mümkün olabilecekti.

Uygulamaya sokulacak etkin düzenlemelerle (eğitim, medeni hukuku2026) geçmişe ait kalıntıların kökleri kazınacak, yeni değerlerle ve inançlarla donanmış bir şekilde aydınlık yarınlara yol alınacaktı. Geçiş aşaması biraz sancılı olacak, süreç bir takım istenmeyen durumları karşımıza çıkaracaktı ancak mutlu ve aydınlık bir gelecek için bunlar katlanmamız gereken geçici durumlardı. Önemli olan sıkıntılı durumları aştığımızda yeni değer ve inançlarla bizi bekleyen çelişkilerden, çatışmalardan, yanlışlardan sıyrılmış mutlu, müreffeh, aydınlık 'yeryüzü cenneti'ydi. Bilimin, doğrunun, gerçeğin önümüzü aydınlattığı bu süreç, geçmişte kalması gerekenlerin sökülüp atıldığı, vurulan prangaların parçalandığı, hiç kimsenin mağdur olmayacağı tersine herkesin kazanacağı bir 'tarihin sonu' nu muştulamaktaydı. Dolayısıyla odaklanmamız, dikkate almamız gereken şey çalkantılı geçecek olan 'süreç' değil, ulaşacağımız mutlu sondu. Sonuca, nihai amaca yönelmiş bir siyasal konumlanışın süreci, sürecin işleyişinin nasıl olacağını önemsemesi elbette önemsiz bir ayrıntıydı. Hasta olan bir topluma acı bir tedavinin uygulanması, tedavi ne kadar acı olursa olsun, hem gerekli hem de makul olandı.

Aydınlanma düşüncesinin, pozitivizmin ve bilimsel devrimlerin belirleyiciliğinde yol alan siyasal iktidarın, sosyal-kültürel alana dönük operasyonları toplumun neredeyse tüm bileşenleri tarafından büyük bir dirençle karşılandı. Toplumun tümünü yeniden üretmeyi ya da farklı bir şekilde formatlamayı hedefleyen girişim başından itibaren kimi zaman açık çoğunlukla gizli defansla karşılaştı. Siyasal merkez arzuladığını hayata geçirmede başarılı olamadığı gibi toplumun farklı bileşenleri ise var oluşlarına dönük operasyonun şiddeti karşısında çekildikleri olanaksız periferide kısırlaşmışlardır.

Bu açıdan bakıldığında Cumhuriyet pratiğimiz hem devlet toplum hem de toplumun farklı bileşenlerinin birbiri ile olan ilişkisi karşılıklı güvenden yoksundur. Toplumun farklı kesimleri başta olmak üzere devletin kendisi de özgüvenden yoksun ve kaygı düzeyi yüksektir. Bu durum toplumun farklı kesimleri için devleti, ele geçirilmesi gereken bir noktaya itmekte, devleti ise toplumu, sürekli gözetilip el altında tutulması gereken, kalenin surlarına dayanmış ve içeri sızması muhtemel bir tehdit unsuru olarak görmeye savurmaktadır.

[email protected]