Eşit konuş ya da sus
Anlatılır bu. Bazen tam tersi yaşanıyorsa da…
Yıllar sonra bir araya gelen iki kişiden biri yazarmış ve yazarımız onca yıldan sonraki ilk karşılaşmada yarım saat yazdıklarından, kitaplarından, kendinden bahsetmiş. Neden sonra arkadaşına "E anlatsana sen neler yaptın? En son benim hangi kitabımı okudun?" demiş...
Karşısındakine hatır sorarken bile cevabında kendini duymak istemiş.
Bu ve bunun gibi anekdotlarda veya pratiklerde, kişinin gereğinden fazla kendinden bahsetmesinin, bir narsisizm titrekliğiyle hem de arkadaşının yanında sadece kendini sevmeye devam etme gösterisinin çirkinliğini gördüğümüz için ortamlarda mümkün mertebe kendimize dair konularda, alanlarda susmayı veya en azıyla konuşmayı yeğleriz.
Hatta muhatabımızın mesleki veya ciddi alakalandığı bir konudan, alandan söz açmaya ve onu ürettikleri üzerinden anlamaya, saygıyla takdire azim ederiz. Ondan bir şeyler öğrenmeye çabalarız. Fakat bu defa da gördüğümüz şudur. Sadece o muhatabımız vardır. Onun alanı vardır. Onun mesleği, onun sanatı, onun yoğunlukları, yorgunlukları... Bizse bir çırpıda hiçbir şey yapmayan birine dönüştürülürüz. Hele onun alanında ondan daha az bilgili isek veya saygıyla, daha iyi bilen olarak mevzuyu ona bırakmışsak hepten cahil oluveririz. Bilmeye çalıştığımız başka alanlar varsa da onların hepsi susturulmamıza defnedilir. Çöp olur. Yanında söz almak için neredeyse parmak ya da ne bileyim el kaldırmamız gerekir. Hatta bazen öyle durumlarda parmak kaldırıp lavabo için izin alarak, giderken çantanızı da almak suretiyle hızla kaybolmak bile caizdir. O anlatmaya devam etsindir. İstifini bozmasındır. Martılar, deniz, karşıdan gelmekte olan bir vapur kulak ve hayranlık büyük bir merak ile onu dinlemek için ona doğru yaklaşmaktadırlar zaten. Ya ya…
İnsanın büyük yanılgısı. Hayatta sadece kendi ihtisas alanı, mesleği, ciddi ilgi duyduğu alanı, sanatı, sepeti var sanıyor. Kendi mesleği ile olan ilişki biçimini çerçeveliyor ve alnına asıyor. Her şeyi ama her şeyi o kafesten öttürmeye bayılıyor. O kuşun kanat mesafesini ölçü birimi ilan ediyor.
Muhtemelen geçmişinde bir siliklik veya sonrasında yaptığı seçimlerin, ortaya koymaya çalıştığı var oluş çabalarının geri dönüşünü, takdirini alamamışlık mıdır? Veya düpedüz ego mudur, buna neden olan, bilmiyoruz. Uzmanı değiliz. Konuyu derinlemesine araştırıp o konuyu da çok iyi biliyoruz tarzı yazılar yazmayacağız. Fark ettiğimiz ve maruz kaldığımızda zararın neresinden nasıl dönebilir veya kaçabiliriz diye kısmen paniklediğimiz bir mevzudur, o kadar.
Sonrasında neler olur?
Bu bencillik şiddetine maruz kalan herkes gibi, hepimiz daima susturulduğu, değersizleştirildiği yeri sessizce boşaltacaktır. Daima kendinden bahsedenin en iyi dinleyicisi duvarlardır.
Duvarların en büyük sorunu ortasından çatlayıp gidememektir.
Bu soruna önlem olarak sohbet ortamlarında herkesin eşit katılımı için ücretsiz moderatörlük yapageldiğim vakidir. Kabul. Şu moderatör kelimesi konuyu programcılığa, canlı yayına kaydırıyor. Fakat canlı yayından önce hepimizin canlı yaşamaya ihtiyacı var. Kibir veya narsisistik bir kişilik yansıması olarak ortaya çıkan bu şey sessizlerimizi, mütevazilerimizi öldürüyor. Asıl ölümse bencillikten oluyor.
Çok fazla oluyor bu. Farkına varanımız pek az. Özellikle bunu yapan kişilersek…
Eşit konuşmak ve susmak için, sohbet-muhabbet adaleti için bir adım atmak zorundayız. Konuşma ortamlarını tek kişilik bir seminere dönüştürmeye gerek yok. Ortamda bulunan her insanın kendi varlığını ifade etmeye hakkı olmalı. Toplumsal gelişim adaleti için bu gerekli.
Ortama ya geleneksel ya da menfaatler nedeniyle zerk edilen aşırı saygı tutumları, daima “evet saygıdeğer insan, pek haklısınız, siz en iyisini bilirsiniz” tarzı onaycı papağanlıklar tek bir kişinin hiç susmamacasına konuşmaya devam etmesini besliyor. Yani o kişi/ler değil tek suçlu… Bunu da belirtmiş olalım.