Eserleriyle Yaşayacaklar
Son bir hafta içinde, önemli hizmetlerde bulunmuş ve eser bırakmış şahsiyetlerin artarda vefatlarıyla üzüldük. Ancak ardından iz bırakan şahsiyetler asla unutulmuyor ve eserleriyle yaşıyorlar.
Hafız Abdullah Nazırlı binlerce hâfız yetiştirmiş bir İslam âlimi. Doğan Cüceloğlu, sohbetleriyle halkımızın gönlünde taht kurmuş bir psikolog yazar. İdris Yamantürk, hayır işleri ve hizmetleriyle tanınan iyi bir işadamı. Necati Demirtaş ömrünü İslam hukuk dünyasına ve Osmanlı fetvalarına adamış, ‘bilge hukukçu’. Ayhan İnal, yerli ve millî şairimiz. İstanbul’a yaptıkları hizmetleri ile tanıdığımız Kadir Topbaş da ebedî âleme doğru yola çıktı. Ve Emin Saraç Hocaefendi. Ömrünü ilme hasretmiş, büyük hadis allamesi…
Elazığımızın Sevilen Kanaat Önderi
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın cenaze namazına iştirak ettiği Elazığ’ımızın sevilen kanaat önderi 107 yaşındaki Hafız Abdullah Nazırlı’nın eserleri, Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi’ne bağışlandı. Ömrü boyunca talebe yetiştiren merhumun şimdi de eserleri aziz halkımızın istifadesine sunulmuş olacak. Yani amel defteri hep açık kalacak.
Vatanı İçin Çırpınan Adam
Yine bereketli bir ömür süren ve 96 yaşında hayata veda eden İdris Yamantürk… Sıra dışı bir işadamı. Devleti, milleti, vatanı için çırpınan, yerli ve millî kalabilen, ömrünü hizmetle geçirmiş bir dava adamı. Muhafazakâr camianın ayırım yapmadan bütün müesseselerine sahip çıkan, onlara maddi manevi destekte bulunan bir mefkûre adamı. Şu sözleri söylemiş bir inanç adamıdır Yamantürk: “Üzerinde yaşadığımız bu topraklar, Malazgirt’te Anadolu’nun tapusunu alanlar ile İstiklal Savaşı’nda yurdumuza sahip çıkanların bize emanetidir. Bunu başaranlar, yaptıkları işe inanan, insanüstü bir gayretin, azmin ve sabrın sahibi idiler. Allah onlardan razı olsun. Bize teslim edilen vatanımızı daha mamur hâle getirmek, milletimizi refaha kavuşturmak ve çağdaş medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak için durmadan çalışmak bir vatandaşlık görevidir. Türk milletine olan borcumuz budur.”
Mümtaz Turhan’ın Sevilen Talebesiydi
İstanbul’daki evinde vefat Eden psikolog yazar Doğan Cüceloğlu da ardından bir hüzün dalgası bıraktı. Tatlı ve yumuşak sohbeti ile kendisini sevdiren bir ilim ve fikir adamıydı. Televizyonlardaki sohbetlerine rastladıkça dinler, fikirlerinden istifade etmeye çalışırdım. Yüz yüze dinleyişim ise Sultanahmet’teki Marmara Üniversitesi Rektörlük binasında birkaç yıl önce oldu. O gün merhum sosyoloğumuz Erol Güngör’ün yeni basılan kitapları hakkında toplantı düzenlenmişti. Doğan Bey de arkadaşı Erol Güngör’ü anlatmıştı. Meğer yakın dostuymuş, bunu bilmiyordum. Üstelik ikisi de büyük ilim ve mütefekkir Prof. Dr. Mümtaz Turhan’ın en başarılı talebeleri imiş. Kalabalık bir dinleyici topluluğu vardı. Diğer konuşmacılar Mehmet Genç ve Erol Güngör'ün eşi Şeyma Güngör’le birlikte Doğan Cüceloğlu’nu da dinlemiş ve genç yaşta vefat eden Erol Güngör’ü daha yakından ve iyi bir şekilde tanıma fırsatını bulmuştuk. 11 kardeşli bir evde büyüyen Cüceloğlu tam bir Anadolu insanıydı. Kökünü unutmamış, değerlerine bağlı inançlı ve iyi bir insan olarak yaşamıştı. Yazarımız Serdar Arseven’in “Mekânın Cennet Olsun Doğan Cüceloğlu” yazısını okumuşsunuzdur. Okumayanlar lütfen gazetemizin arşivine girip baksınlar. İnanıyorum o mütebessim yüzlü adamın güzelliği bir kez daha idrak edilecektir. Bilhassa yoksul ama mutlu çocukluk yıllarını anlatırken melali yaşatıyor ama şükrü de hatırlatıyordu.
İstanbul’un Hizmetkârı Olan Başkan
Kadir Topbaş İstanbul’a hizmet etmenin tatlı heyecanını ve telaşını yaşayan bir ‘Başkan’dı. Bunu herkesin ifade etmesi bir vefa borcu ve hakkı teslimdir. Ömrünü İstanbul’un hizmetine adayan Kadir Topbaş, işi ehline veren bir Belediye Başkanı olarak da tanınıyordu. Mesela çok zor ve çetrefilli olan kültür sanat hizmetlerini, Abdurrahman Şen’e teslim etmişti. Ve İstanbul’da en güzel faaliyetler bu dönem içinde gerçekleşmişti. Yıllar önce Diyanet Vakfı tarafından Beyazıt Meydanı’nda düzenlenen İstanbul Kitap ve Kültür Fuarı’nı ziyarete gelmişti. Tek tek bütün yayınevlerini gezmişti. Ben de Çağrı Yayınları standında kitaplarımı imzalıyordum. Selam verdi, karşıladım. Ayaküstü görüştük. Ona bir kitap imzalayıp armağan ettim. Çok teşekkür etti. Sonra kitap fuarlarının öneminden bahsettik. O arada Başkanımızı, Beşir Ayvazoğlu ile tanıştırdım. Üçlü bir sohbetimiz oldu. Hatıra fotoğraflar çektirdik. Bir gün Fatih Camii haziresinde, yakınlarına “Ömrüm bu şehre hizmet etmekle geçti. Acaba vefat edersem bu hazireye defnedilir miyim?” mealinde bir temennide bulunmuş. Bunu haber alan vefalı Cumhurbaşkanımız, özel bir izinle Kadir Topbaş’ın bu mekânda toprağa verilmesini sağladı. Yani aziz Başkan, artık İstanbul’u fetheden Fatih’in ve diğer büyüklerimizin de komşusu…
“Milli Şair”imizin Vedası
Ayhan İnal hamasi şiirleri ve hikmetli rubaileriyle tanınan bir şairimizdi. Düzenlediğimiz toplantılara katılır ve ihtiyaç olduğunda kısa konuşurdu. Talep olursa şiirlerinden de seslendirirdi. Çok güzel şiir okurdu. Kültür sanat camiasında ona “Milli Şair” deniliyordu. Bilhassa Arif Nihat Asya’yı ve Orhan Şaik Gökyay’ı çok severdi. Yıllar önce Hikmet Neşriyat için bir edebiyat dizisi hazırlarken ondan da Orhan Şaik Gökyay’ı yazmasını istirham etmiştim. Kırmamış ve güzel bir biyografi kitabı kaleme almıştı. Israrlarım üzerine hatıralarını da kaleme almıştı. 1931 yılında Akdağmadeni doğumluydu ama ömrünün büyük kısmı Ankara’da geçmişti. Sonra İstanbul’a gelmişti. Şairler ve yazarlar şehri İstanbul, onu da kucaklamıştı. Coşku dolu yüreği İstanbul’da daha çok atmaya başlamıştı. Gece Yarısı, Dostlarım, Çöl Türküsü, İstanbul’a Benziyorsun, Bir Yağmur Sonrası, Ölümsüzlük Türküsü, Gönül Destanı kitaplarından bazılarıydı. Onunla yaptığım mülakat Şiirimizden Portreler kitabımda yer almıştı. “Allah Sevgisi” şiirinde şöyle diyordu: “Huzurunda duranlarız / Yeri-göğü Yaradan’ın. / Himmetini görenleriz / Yeri-göğü Yaradan’ın / Bize yakın kendimizden / Tutan O’dur elimizden. / Adı düşmez dilimizden / Yeri-göğü Yaradan’ın”. Eyüp Sultan Hazretleri’nden Arif Nihat Asya’ya kadar birçok büyüğümüz hakkında anlamlı ve seçkin şiirler kaleme almıştı. “İlk Işıklar”da fethin güzelliğini hissetmiş ve büyük zaferi şu mısralarla ebedîleştirmişti: “Sularda izleri nakış nakıştır / Gümüşten okları ilk ışıkların, / Gönülden gönüle o ne bakıştır / Fetih müjdesidir hür ufukların.”
Unutulmaz Bir Hatıra
Ayhan İnal ile hatıralarımız çok, müşterek dostlarımız ziyade. Unutamadığım bir hatıra ise şöyle: 2001 yılıydı. Çemberlitaş’ta Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı’nda çalışmaya başlamıştım. İlk ziyaret edip “hayırlı olsun” temennisinde bulunan büyüklerimden biri de Ayhan İnal’di. Salonda çerçevelenmiş bir dörtlük vardı ve şöyleydi: “İnsanlar çula düştü / Paraya pula düştü / Sana gönül vermek de / Bu garip kula düştü.” Yûnus Emre’ye ait olduğunu sandığımız güzel bir dörtlük... Sohbet esnasında gözleri o mısralara takıldı. Biraz da hayretle, “Mehmet Nuri! Bu şiir benim, elbette Yûnus Emre en büyük şairlerimizden. Ama dörtlüğün altına yanlışlıkla benim değil Yûnus’un ismi yazılmış.” dedi. İlginç bir durum. Her zamanki iyimser tabiatımla “Ayhan ağabey, bu şiirinizi demek o kadar beğenmişler ki, “Yazsa yazsa bu şiiri Yûnus Emre yazar.” diyerek onun ismini kullanmışlar. Ama madem hakikat böyle, düzeltelim. Derhal çerçeveyi indirdik. O da şöyle bir katkıda bulundu. “Şiiri ben yazdırayım.” dedi. Kısa bir süre sonra bu şiiri ressam hattat Etem Çalışkan’a yazdırdı. Nefis bir yazı istifi… Üstelik ebru üzerine... Birkaç gün sonra geldi ve şunu söyledi: “Yazdırması benden, çerçeveletip asması senden…” “Elbette...” diyerek hemen bu kartona yazılmış eseri aldım. Bir süre sonra da çerçeveletip odamın en görünen yerine astım. 15 yıl boyunca hem ben hem de gelip giden misafirlerim, bu şahane dörtlüğü severek okudu.
‘Bilge Hukukçu’muz
Varlığıyla, ilmiyle, irfanıyla, ahlakıyla, tevazuuyla ve gayretiyle herkese örnek olan bir abide şahsiyet idi Necati Demirtaş. Biricik büyüğümüz, “Bilge hukukçu”muzdu. Zaman zaman dostlarla birlikte Üsküdar’daki evinde onu ziyaret eder, sohbetini dinlerdik. Kitaplarını Boğaziçi, Kubbealtı ve Akıl Fikir Yayınları neşrediyordu. Şeyhülislâm Yahyâ Efendi Divânı Şerhi, Fetvâları ile Şeyhülislâm Ebussu’ûd Efendi, Tarihten Günümüze İki Devir İki Nesil, Açıklamalı Osmanlı Fetvaları, Kur’an’da Allah, İslâm’ın Doğuşu ve Temelleri, Açıklamalı Osmanlı Fetvaları eserlerinden bazılarıydı. Ebussuud Tefsiri’nin redaksiyonu yapmıştı. Davet edildiği zaman kimseyi kırmaz, yumuşak üslubuyla meclislerde konuşur, dinleyicilerin suallerine açık ve net biçimde cevap verirdi.
Necati Hoca, 1929 İstanbul doğumluydu. Yıllarca hâkimlik yapmış, emeklilikten sonra da ilmî çalışmalarını derinleştirmişti. Birbirinden değerli eserlere imza atmıştı. Bu muhterem âlimimizle bendenizi rahmetli Ergun Göze tanıştırmıştı. Onun yakın dostuydu. Edebiyat, tasavvuf, din ve tarih konularında büyük müktesebatı vardı. Hakikaten gizli bir hazine gibiydi. Kıymeti son yıllarda kısmen bilindi. Çok mütevazı, müsamahakâr, çelebi mizaçlı ve derviş gönüllüydü. İki Devir İki Nesil’de hatıralarını kaleme almıştı. O mütebessim yüzlü aziz insanı da çok özleyeceğiz.
Büyük Hadis Hocası
Muhammed Emin Saraç Hocaefendi, âdeta “Son Osmanlılar”dandı. Büyük hadis âlimiydi. Fatih Camii’nde yıllarca verdiği derslerden istifade eden, feyz alan on binlerce mümin oldu. Mümtaz ilim adamı hakkında Risale Yayınları kıymetli bir eser neşretmişti. Bu armağan kitabı okuduktan sonra ben de Şehir ve Kültür dergimize bir yazı yazmıştım. Hizmetleri çoktu, yetiştirdiği talebeler de. Kendisiyle yapılan bir mülakatta şöyle diyordu: “Bizim evimiz tam bir Kur’an medresesiydi. Babam teheccüde kalkmanın bereketiyle soğuk kış gecelerinde dahi bütün aile efradını kaldırır, hepimize şefkatle davranır, o teheccüdünü kılarken biz abdestlerimizi alırız, sonra ders başlardı. Yazları evimizin arkasındaki bahçede Kur’an okurduk. Ortalık aydınlanırken bizim de gönlümüz aydınlanırdı. Seher vakitlerinden güneş doğuncaya kadar bütün aile Kur’an ile meşgul olurdu. Birtakım maddi sıkıntılar içinde yaşıyorduk fakat huzurluyduk. Bütün kardeşlerimin hafız olmasında çok genç yaşta vefat eden annemizin emeği çok büyüktür. Bizler babamız tarafından verilen günlük ezberlerimizi önce annemize dinletirdik, dersimizi yapmadan rahmetli annemiz bize yemek vermeyi geciktirirdi. Babam bize Kur’an okuttuğu, öğrettiği için evimiz defaatle jandarma tarafından basıldı, babam hapsedildi. Elhamdülillah artık onlar geride kaldı.”
Bir hafta içinde şairin deyimiyle “bâki kalan bu kubbede hoş seda bırakan”lar kervanına katılan aziz ve mübarek büyüklerimizi rahmetle yâd ediyorum. Ruhları şad, kabirleri nur, mekânları cennet, menzilleri mübarek, makamları âli olsun. Bütün yakınlarına, sevenlerine başsağlığı ve sabır diliyorum. Türkiye’mizin başı sağ olsun. Bundan sonra bize düşen en büyük görev, onların eserlerine sahip çıkmak ve hatıralarını yaşatıp yeni nesillere anlatmaktır.