Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Esatir-i Evvelin

Çağdaş dönemde geliştirilen dine yaklaşımların dikkatli bir çözümlemesi bize insanlığın temel ıstıraplarını verebilir. Fakat böyle bir okumanın bilhassa İslam dünyasında yapılabildiğini söylemek zordur. Bunun birkaç sebebinden bahsedilebilir. Sömürge koşullarında Batı’dan gelen açık ve örtük şekilde İslam dünyasının direncini kıracak söylemlere uzak durulması bunların başında gelmektedir.

Marx’ın dine yaklaşımının Türkiye’de özellikle kalıp algılamaların dışına çıkamadığını görmekteyiz. Marx (=sol) karşıtı olan siyaset de sol taraf olan siyaset de bu kalıp yargıların içinde konuşmaktadır. Birkaç sene önce bir sivil dernekte Türkiye’de sol üzerine konuşmamı, çözümlemeler üzerine dayandırdığımda, dinleyiciler duymak istediklerini duyamadıkları için beni eleştirmişlerdi. Ben Marksist ya da solcu değilim (yeri gelmişken sağcı ya da muhafazakar da değilim) ancak Marx’ın din söyleminin içine dikkatle inildiğinde toplumun dinle ilişkisinde belirli gerçekleri yakaladığını da görmek gerekir.

Dünya’nın kısa tarihi dikkatle tarandığında, Marksizmin ve/veya solun ciddi bir entelektüel muhalefet gerçekleştiren görüş olduğu da görülebilir. Sadece sosyal bilimler ve edebiyat yazınlarını gözden geçirmek bile bunu anlamaya yetecektir. Avrupa’da etkileri hala devam eden Frankfurt Okulu başta gelen örneklerdendir. Türkiye’de solcuların ifrit din karşıtlıkları, bu toprakların kabul etmediği bir şey oldu. Halbuki solun dine yaklaşımlarındaki yerlilik, farklı bir sosyolojiyi ortaya çıkarabilirdi.

Elbette solun özü itibarıyla materyalist bir felsefeye dayandığı bellidir. Bilincin maddeyi değil, maddenin bilinci belirlediğinden yola çıkıldığında “din” insanların vehimlerinden üretilen bir “esatir-i evvelin”e dönüşür. İnsan evrenin açıklayamadığı sorunları karşısında “Tanrı”yı yaratmıştır. Nitekim Feuerbach’a göre Tanrı insanı değil, insan Tanrı’yı yaratmıştır.

Konuyla biraz ilgili olanlar Marx’ın dine yaklaşımı söz konusu olduğunda hemen “din afyondur” sözünü hatırlatırlar. Fakat bunun hemen öncesinde Marx; “din kalpsiz bir dünyanın kalbi, vicdansız bir dünyanın vicdanıdır” sözünü söyler. Bu ikinci söz, gerçekte dinin ideal işlevini tanımlamaktadır. İslami söylemlerin dünyanın ıstırapları karşısında bir vicdanı temsil eder durumları olmalıdır. Fakat “bugün islami söylem ve pratikler insanların ıstırapları karşısında ne söylemektedir?” sorusu ciddi olarak cevaplandırılması gereken bir sorudur.

Dinin halkların afyonu olmasının, insan hayatının gerçekliğinde iki tekabüliyet noktası olduğu söylenebilir. Birincisi, din gerçekten insanı aşan acıların karşısında onu teskin edici bir rol oynar. Bu rol gerçekten önemlidir ve olması da gerekir. Materyalist felsefelerin insanı bu noktada teskin edemedikleri bir gerçektir. Teskin edici rolün belki bir aldatmaca ve gerçeklikten uzaklaşma olduğu iddia edilebilir. Evet bir kısmıyla böyledir. Çünkü insanların teskin edilmesi (müsekkin) için iyi ve olumlu sözler söylenmelidir. Ahiret bu açıdan iyi bir müsekkindir. Dolayısıyla kitlelerin acılara dayanmak için de dine ihtiyacı vardır. Marx gerçekte dinin afyon olduğunu belirtse de, kitleler için dinin gerekli olduğunu da savunmaktadır.

Dinin afyon olmasının kanaatimizce ikinci anlamı İslami söyleme ya da İslamcılara doğru bakılarak anlaşılmalıdır. Şayet din insanların ıstırapları ve sorunları karşısında gerçekçi bir çıkış yolu önermiyorsa, hatta adaletsizliklerin ve haksızlıkların görünmesini engelleyici bir işlev görüyorsa işte o din zaten “afyon” haline gelmiştir.

Epey zamandır İslami (İslamcı) söylemin toplum(lar)a anlatacak bir hikayesi kalmadığı için periferik sorunlar ile başka yönlere dikkat çekmekte ya da tarihin içinden anekdotlar anlatmaktadır. Bu ise, geleceğimi İslam’da gören birisi olarak en azından benim damağımda bir “esatir-i evvelin” tadı bırakmaktadır.