Esaslı Reformlar Neden Yapılamıyor?
Geçmiş dönemde, toplumun, ülkenin, devletin ve siyasetin ihtiyacı olan pek çok önemli reform ne yazık ki çeşitli gerekçelerle gerçekleştirilemedi. Kamu yönetimi reformu, yerel yönetimler reformu, sivil anayasa, ve sair pek çok başlık altında toplanan ve Türkiye’nin geleceğini inşa edecek çok sayıda reform sadece partilerin ve kurumların raporlarında yazılı birer belge olarak kalıverdi.
Mesela kamu yönetimi reformu çeşitli gerekçelerle raftan kaldırıldı ve devletin buna henüz hazır olmadığı gerekçesiyle kamuoyu nezdinde unutturuldu. Oysa ki Ömer Dinçer’in başkanlığını yaptığı ekibin hazırladığı rapor gerçekten dikkate değer öneriler içeriyordu. İlerleyen dönemde gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı hükümet sitemine geçiş ise bir kamu yönetimi reformu olmaktan çok bir siyasal yönetim değişikliği olarak tarihe geçti.
Yerel yönetimler reformunun istenen düzeyde gerçekleşmemesinin ise çeşitli gerekçeleri var. Özellikle Güneydoğu’daki terör sorunu yüzünden bu reformun gerçekleşmemiş olmasını bir parça anlamak kolay. Ancak mesele sadece yerel yönetimlere yetki devri ve yerel özerklik konusu ile sınırlı değil. Yerel yönetimlerin yetki sahasının belirlenmesi, yerel politikaların yerinde tespiti ve uygulanması, vesayet sisteminin kaldırılması ve yerel idarelere daha çok mali kaynak aktarımı diğer önemli başlıklar arasındaydı. Ancak beklenen yine olmadı ve yönetimde merkezileşme daha da arttı. Oysa çok eski dönemlerden bu yana en çok eleştirilen konu merkezileşmeydi.
Sivil anayasa konusuna gelince orada da Türkiye sınavı geçemedi. İnsan hakları, kalkınma, din ve vicdan özgürlüğü, güvenlik, refah ve özgürlük esaslı yeni tarihli bir sivil anaysa ne yazık ki yapılamadı. Türkiye hala 1980 tarihli darbe ürünü bir anayasa ile yönetiliyor. Anayasada yapılan kısmi değişiklikler ise tatminkar bir değişim gerçekleştiremedi.
Merkezi bürokrasi hakiki anlamda bir reformasyona tabi tutulamadığı için Ankara’daki bürokratik elitin kalitesinde bir artış olmadı. Liyakat ve ehliyet esaslı bir anlayışa geçilemediği için Ankara halen kalite düzeyi oldukça düşük bir kalabalık tarafından yönetiliyor. Siyasetçi ise ülkenin genel problemlerine odaklanan bir anlayış yerine kendi menfaatlerini ve kendi otoritesini pekiştirecek değişim projelerine sıcak baktığından siyasetin insan kaynağı da istenen kaliteyi yakalayamadı.
Siyasetçi sadece kendi popülaritesini, kendi enerjisini ve kendi otoritesini yükseltmeye yarayacak değişim proğramlarına sıcak baktığından Türkiye esaslı reform paketlerini devreye sokamadı. Bu hastalık maalesef yerel yönetimleri de sarmış vaziyette. Belediye başkanları sade kendilerini parlatacak projeleri sahaya indiriyorlar, sosyal çıktısı yüksek kaliteli projelere ise sıcak bakmıyorlar. Her şey kişisel PR ve siyasi puan üzerine kurulu. Böyle bir sistemde asla esaslı değişim proğramları uygulanamaz.
Akıllı devletler siyasal yönetim sistemlerini değiştirirlerken ya da kamu reform proğramlarını uygularken kişilerin elinin güçlenmesini değil ülkenin ve vatandaşların tamamının, netice-i kelam topluma hizmetle mükellef devletin ali menfaatlerinin yükselmesini ana hedef edinirler. Bizde ise pek çok reform proğramı kişiye endeksli ve kişi odaklı yürütülür. Bu anlamda pek çok girişim arızidir, kalıcı değer taşımaz.
Neticede anlaşılan o ki Türkiye’de sistemin değişiminden önce ciddi bir zihniyet dönüşümüne ihtiyaç var. Kafalar değişmeden esaslı reformların yapılması mümkün gözükmüyor.