Ertelenmiş hayatlar galerisi
İnsanın uykusu kaçınca gecenin tadı da kaçıyor. Her şeyin bir dengesi var. İpin ucu kaçmamalı. İpin ucunu kaçırmak, treni kaçırmak demek… Büyük sorunların var, bazıları çözümsüz. Olsun, herkesin var. Yine de güzel hayat, iyi ki doğmuşum. İyi ki insan olarak… Abarttın sen. Çayların üzerine, o kahveyi içmeyecektin. Martıları yaz hocam. Dalgalı sularda yüzme. Dün Şile’de boğulan otuz yedi yaşındaki adam… Dalgalar senden güçlüyse kulaç atmak beyhude…
Yine de, her şeye rağmen var olmak, yaratılmış olmak güzel
şey be kardeş. Hatırlamak, hayal kurmak… Bir geçmiş inşa etmek kendine; çıkmak,
yürümek, hava alıp dönmek… Olmayan bir şeyi varmış gibi görebilmek de güzel;
hayallerinin peşinden gitmek, kendine geldiğinde hala olduğun yerde dursan, bir
arpa boyu yol almasan bile… Sen dururken hareket eden merdivenler…
Seni geçmişine götüren bir hafızan var. Bir geçmiş kuracak
kadar zenginsin, daha ne istiyorsun? Uykun gelmiyor, tadı kaçtı gecenin ama
tatlı bir rüyaya dalmak an meselesi. Bir kere olan, bir daha olmayacak olsa da
bir kere olan bir daha ölmeyecek olsa da olmanın kendisi ne kadar yüce. Oldun
bir kez. Geldin ve buradasın. O yana dön, buradasın, bu yana dön yine… Burada
olan, oraya gider belki. Ama tamamen nasıl yok olur ki? İnsan kül değil ki
sonra, sesleri dağılıp gitsin. İnsan belki rüzgar, her esintide sevdiklerinin
yüzlerinde serin üşümeler…
Başın ağrımıyor, dişin ağrımıyor, yeni bir yaşa girmedin,
yeni bir şeyle karşılaşmadın ama yine de uykun kaçtı. Hayat çok acımasız, belki
insanlar. Ne çok hak yeme var dünyada, ne çok acı, ne çok tarifsiz sır.
Başlayan bitmiyor bazen, biten yeniden başlayamıyor. Ya hiç başlamamış olanlar?
Her şeyin bir sırası var. Gündüz gezilir, gece uyunur.
Gündüz uyumamalı gece ayakta kalmamalı. Çok çay içildi çok, hele o kahve
içilmemeli, hele o mekana gidilmemeli, hele o insanlarla bu kadar uzun süreli konuşulmamalı
idi. Martıları yazmalı belki. Belki ekmekleri bile değil, bozulan ekmeleri hiç
değil; artık martıların gagalarına sakız
gibi yapışan bozulmuş mayalı, ateşi küstüren ekmekleri bile değil, martıları,
martıları, beyaz kanatlarını onların.
Sonra bir de, öyle diyorlar, kahve vücuttan çıkana kadar
uyku gelmezmiş. Sonra bir de seksenli yıllarda başladı hayat sanki. Sonra bir
de doksanlar yetmişlerin hayaletleriyle doluydu. Her yerde şiddet, her an
patlama, ölümler, suikastlar… Bir insan diğerini, göz göre göre,
soğukkanlılıkla nasıl öldürür ki? Bir insan diğerini, kalbi atan bir şeyi?..
Sanki bitmeyecek bir geceydi doksanlar, sonra bitti. Kötü rüyalar biter bir
gün. Bir de baktık umut gelmiş kapımıza. Umut gelmiş, iki binler, umut gitmiş.
Umutlar, nerdeler? Adres bırakmadan bilinmez bir mahalleye taşındı kendileri.
Bir de karnı ağrıyor insanın acı yiyince. Deden hiç acı
yemezdi demişti. Yediği acıbiberden ölen arkadaşından sonra, bir kez bile
ağzına acı sürmedi. Belki ondan. Belki başkasından, yemezdi acı. Yine de,
elbette başka acılar vardı hayatında. Kimseye açmadığı, kimse tarafından
açılamayan. Sonra bir gün acılarıyla birlikte çekip gitti bu hayattan.
Acılarıyla beraber, yemediği ve söylemediği…
Bir de köpekler neden hep sabaha karşı havlar? Horozlar
seherde öter, sabah ezanından hemen önce? Yer gök aydınlanacak diye korkmak…
Sabah olacak, deri karanlıksız kalacak diye korkmak… Ne çok korkularımız var
bizim öyle. Uykusuz bir gece gündüzü zehir eder mi? Kahvaltıyı soluklaştırır,
öğleyi ışıksız bırakır mı? Gündüz bilir mi insanlar gecenin sana yaptığını?
Kahvenin kan kusturduğu insanlar, kardeşlerim…
Gerçekten zor oldu. Sonra bir de bu salgın çıktı. Nasıl da
soldurdu her şeyi. Kendimizce inandığımız yalanlar vardı. Kendimizce
boyadığımız, üstünü tamamen kapadığımız gerçekler. Sonra bir de bu salgın
tamamen bizi hayattan soğuttu. Çocukları cep telefonlarına, internete bağladı.
İnternete bağlanmak… Ne soğuk bir ifade. Hayata bağlanmak, insana bağlanmak,
internete bağlanmak. (Bu sonuncu biraz “tarafından bağlanmak”, boğazı sıkılmak
gibi olmadı mı?).
Yok, o yazıyı yayınlama. En azından şimdilik… Martıları yaz
sen. Bu daha iyi... Martılar insana zarar vermez. Senin için daha hayırlı
böylesi. Belki başka zaman… Ertele sen, ertele. Ertelenmiş yazılar, ertelenmiş
duygular, ertelenmiş uykular, ertelenmiş hayatlar galerisi Türkiye… Ne çok şey
var öyle ertelediğimiz? Ne çok insan, ne çok buluşma, ne çok gerçek, ne çok
hakikatin ta kendisi ertelediğimiz… Erteleyerek yok ediyoruz aslında.
Ertelemek, yok etmek değil mi orada, öylece duranı, sana bakanı, senin olanı,
olacak olanı?..
Erteleme, kalk ve yaz. Varsın kötü olsun, yok olmasından
iyidir. Bir kez var olan, bir daha asla yok olmaz nasılsa, değil mi ama?..