Dolar (USD)
35.16
Euro (EUR)
36.59
Gram Altın
2958.42
BIST 100
9916.22
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
10 Eylül 2020

Ertelenmeyen gerçek: Ölüm

İnsanın hayata gelişle yemek, içmek, nefes almak gibi kazanımları, doğmak ve ölmek gibi değiştiremeyeceği şeyleri vardır. Doğumu adeta ölümünün habercisidir. Canlılık emaresi öncelikle nefes almakla, yemek yemekle, su içmekledir. Bunlar her ne kadar kabulümüz ise ölüm de değişmez bir gerçeğimizdir.

Değiştiremeyeceklerimiz şeyleri kabul etmek, değiştirebileceklerimiz üzerinde emek vermek akılla elde edilen bir olgudur. Aklı olmayan zaten muhatap değildir. Düşünce, söylem, eylem hep aklın mahsulüdür. Çaresizlik ise aklın üstünün örtülmesi, düşüncelere fesat karışması, hayatın gerçeklerinden kaçılmasının ürünüdür.

Modern akıl sadece ölümün sebebini bulmaya endekslidir. Hastaları tıbbi olarak destek vereceğini düşündüğü doktorlara ve tam izole edilmiş hastanelere teslim ederek ölümle tamamen arasını açmıştır.

Sosyal ve duygusal çevreden uzak olarak yoğun bakım ünitelerine verilen kişiyi, bir yandan hayata bağlayan duygudan uzaklaştırmış, bir yandan da ölümün verdiği hakikat görülmez olunmuştur. Mezarların şehir dışında olması ise ölümü ötelemenin diğer basamağıdır.

Bazı kültürlerde ölüm “oyun bozan” olarak görülürken, bazı kültürlerde ise “nasihat yüklü bilge” olarak yer almaktadır. İnsanın geçmişiyle bağını sıkı tutmasını sağlayan, yaptıklarıyla-hayatlarıyla anlık buluşturmaları yaptıran ölüm gerçeğini batı düşünürü Levinaz, “geri dönüşü olmayan mesafe” olarak belirtir.

Her ne kadar modernite ölümden kaçsa da bir yandan da her insanın ölüyle karşılaşmasının kendi ölümünü karşılaması olduğunu ifade etmiştir. Böylelikle ölüm düşüncesini zihinsel olarak değil fiziksel olarak anlatır. Zira fiziksel ölüm yakın, zihinsel ölüm ise bizden uzaktır. Yani modern insan ölümü kendinde hep uzak görür.

Yaşamanın kaçınılmaz parçası, uzantısı hatta tamamlayıcısı olan ölüm, fiziksel olarak kabulün yanında kendimize yakın olduğunu kabul etmekle olur. Aksi takdirde ölümden değil ama düşüncesinden uzak kalmak için zihnimizi doldururuz. Düşünceden uzak tutmak ise devamlı geleceğin kaygısını kucağımıza bırakır. Bizi panik ataklar içine itebilir.

Modern dünya hayatın bütün renkleri ve görüntüleri ile insan bilinç altına oynamaktadır. Ölümü unutturacak bütün söylem ve hareketliliklerle kimsenin müdahale edemediği ölüme meydan okumaktadır. Bütün söylemler, projeler, deneyler ölümü ertelemek üzerinedir.

Modern dünyanın hocaları bilim adamları ve psikologları el ele vererek insanı kendine çağırmakta, değiştirebileceklerini değiştirmek için cesaretlendirirken, değiştiremeyeceklerini kabul etmeleri üzerine söylem üretmemektedir. Olmayınca da beyni sakinleştirip düşünmeyi erteleten ilaçlarla bunalımı daha da arttırmaktadır.

Panik atak olarak nitelen bütün söylemlerin altında çoğunlukla kaybetme korkusu vardır. Makam, mal, mülk, kariyer, itibar vs. korkularının yanında şüphesiz en büyük kaybetme korkusu insanın kendi hayatıdır.

Cana kıyma eylemi ancak akli melekesini kaybetmiş, her şeyini yitirmiş, çaresizlik duygusunun dibine vurmuş, yaşamaya değecek hiçbir şeyi kalmamış insanların yapabileceği bir olgudur. Aksi takdirde can, dünyada her şeyden tatlıdır.

Ölüm anını Alemlerin tek sahibi Rahman olan Allah, Vakıa suresinde ( 83-87) şu şekilde anlatır:

“Canı boğazına gelmiş kişiyi bir düşünseniz! O vakit siz bakakalırsınız. Biz ona, sizden daha yakınız ama göremezsiniz. Eğer hesaba çekilmeyecekseniz... O canı geri çeviriniz... Doğru söyleyenlerden iseniz...”

Dünya oluştuğu, tarih yazıldığı ilk günden beri tabiat kanunlarının dışına çıkan hiç kimse görülmemiş, sohbetlere konu olmamış, sayfalar arasında yer etmemiştir. İnsanın tercihi dışındaki bütün olaylarda tabiat kanunlarının altında çaresizliğe mahkum olmuştur. Doğmak ve ölmek, yemek ve içmek kadar doğal olmalıdır. Aksi takdirde ölüm korkusu, modern insanın en büyük belası olacaktır. Zira ertelenemeyen en büyük gerçek olan ölüm, bir gün gerçekleşecektir.