Ermeni tehciri mi, soykırımı mı?
Ermeni meselesi son yılların gündemi değil elbette. Fakat son zamanlarda artan lobi faaliyetleriyle dünya kamuoyuna 1915 yılında Osmanlı'da Ermeni Soykırımı yaşandığı kabul ettirilmeye çalışılıyor. Peki, Ermeni lobisi 1915'i neden Ermeni Soykırımı tarihi olarak lanse etme çabasındadır?
Aslında Ermeni-Türk ilişkisi çoğu kişinin zannettiğinden daha eski ve köklü bir geçmişe dayanır. Selçuklularla başlayan birlikte yaşama süreci 850 yıllık biraradalığı ortaya çıkarmıştır. Bu kadar uzun süren birlikteliğin çeşitli açılardan etkileşimler oluşturması ise gayet doğaldır.
Osmanlı Devleti'nde "millet-i sadıka" yani "sadık millet" olarak nitelenen Ermenilerin diğer azınlıklara göre daha itibarlı ve ayrıcalıklı oldukları biliniyor. Devlet yönetiminde üst düzey görevli oldukları da görülen Ermeniler dil de dahil olmak üzere kültür, giyim, yemek gibi konularda Osmanlının etkisi altında kalmışlardır. Bu etki o kadar baskın ve yerleşiktir ki günümüzde dahi bunun izleri devam etmektedir.
Bu kadar uzun zaman birlikte yaşamaya rağmen Rusya ve Batılı devletlerinin Ermenileri devlet kurmaları yönünde kışkırtmaları, onlara bu sözü vererek yanlarına çekmeleri uzun sürmeyecektir. Bu devletlerin Osmanlı'daki azınlıklara müdahil olma politikası sadece Ermenilerle de sınırlı değildir.
Osmanlının zayıfladığını gören ve bundan en yüksek kazanımla çıkmayı amaçlayan Batı ve Rusya, Osmanlı'ya azınlıklar üzerinden müdahil olmaya, ülke bütünlüğünü bozmaya çalışmışlardır. Hasta adam gördükleri Osmanlının yıkılış sürecini hızlandırmak ve egemenlik alanlarını artırmak isteyen, şark meselesini çözmek isteyen güçlü devletlerin benimsedikleri politikalardan biri de bu olmuştur.
Osmanlının sadık millet olarak tanımladığı Ermeniler, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'yla birlikte milli ve dini kimlikli bir devlet kurmak için örgütlenmeye başlamışlardır. Avrupa'da kurdukları derneklerle amaçlarına uygun çalışmalar yürütmüş, Osmanlı'nın I. Dünya Savaşı'na girmesiyle de karşı devletlerin yanında yer almışlardır.
Osmanlının savaş halinde bulunduğu devletlerden "Hıristiyan Ermeni devleti" sözü alan Ermeniler, yüzyıllardır birlikte yaşadıkları Osmanlı'ya karşı savaş halinde bulunduğu devletlerin yanında olmayı tercih etmişlerdir.
Bu düşüncenin tüm Ermeniler için geçerli olduğunu söyleyemeyiz belki, ama bu amaçla teşekkül kuran, kanlı eylem yapan, Osmanlının savaştığı devletlerin ordusunda hizmet yapan Ermenilere artık sıkça rastlanmaktadır. Bazı Ermeniler, savaş ortamının doğurduğu denetimsizlikten istifade ederek, Osmanlı vatandaşlarına yönelik cinayetler işlemeye de başlamışlardır.
Ermenilerin en büyük eylemlerinin Rusya tehdidi altındaki Doğu bölgesinde olması bir tesadüf değildir tabii. Halkın can ve mal güvenliğini, devletin emniyetini risk altında bırakan bu tür eylemleri kontrol edemeyen, bunun Batı bölgelerinde yeni kıpırdanışlara sebep olduğu istihbaratını alan devlet sorunu giderme adına tehcir kararı alacaktır. 27 Mayıs 1915 tarihinde alınan bu karara göre bölgedeki Ermeniler, Protestanlar ve Katolikler -tarafsız kaldıkları için- hariç, devletin kendi sınırları içerisindeki savaş ihtimali olmayan bölgelere göç ettirileceklerdir.
Tehcir (zorunlu göç), uygulanırken devlet göçe tabii tutulacaklara 1 hafta ile 15 gün arasında değişen süre öncesinde haber vermiş, hazırlanma süresi tanımıştır. Göç ettirilecek vatandaşların yoldaki ihtiyaçları devlet tarafından temin edilmiş; hastalar, yetimler, zanaatkarlar, orduda çalışanlar, Katolik ve Protestanlar tehcir dışında tutulmuştur. Yetimler ve kimsesiz çocuklar yetimhanelere yerleştirilmiş yahut zengin ailelerin yanlarına bırakılmış, geri dönüş kararı çıktığında tekrar almaları sağlanmıştır.
Göç edenlerin değerli eşyalarını yanlarında götürmelerine izin verilmiş, onları çete saldırılardan korumak için silahlı askerler görevlendirilmiştir. Müslüman bir adamla evlenip Müslüman olan Ermeni kadınları göçten muaf tutulmuştur. Geri dönüş kararı çıktıktan sonra bu kadınlara eski dinlerine dönme serbestiyeti verilmiştir.
Güvenli bölgelere zorunlu göçe tabi tutulan Ermenilerin tüm ihtiyaçlarını gidermeyi üstlenen devlet ayrıca uluslar arası yardım örgütlerinin Ermeni kamplarına gelerek yardım etmesine izin verilmiştir. Savaş bittikten sonra ise eve dönüş kanunu çıkarılmış, Ermeni Patrikhanesi'ne göre 644.900 Ermeni geri dönmüştür.
Bugün Ermeni soykırımı olduğu iddiasıyla kamuoyu oluşturmaya çalışan lobiler ve onları çeşitli menfaatleri gereği destekleyen dış güçler ortaya bu yönde belge ve kanıt koyamamışlardır. Osmanlı Devleti'nin uygulamasının savaş halindeki bir devletin kendi vatandaşının emniyetini sağlamak, iç tehdidi ortadan kaldırmak olduğu vesikalardan açıkça anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, tehcir sırasında çeşitli can ve mal kayıplar olduğu da bilinmektedir.
Göç eden Ermenilerin yanlarında götürdükleri değerli eşyaları ele geçirmek isteyen çetelere, -az sayıda olsa da- devlet görevlilerine rastlanılmıştır. Savaş ortamının çıkardığı vahşet ve yokluk duygusunun bu tür saldırıların dozunu artırması insan psikolojisinin yadsınamayan fakat nahoş sonuçlarından biridir. Ayrıca salgın hastalıklar, tedavi imkanının olmaması göç sırasında yaşanan can kayıplarını artıran önemli unsurlardandır.
Eldeki vesikalar ve uygulamalardan Osmanlı Devletinin bu kararının, Ermeni diasporasının iddia ettiği gibi "deportation" (yurtdışına çıkarma) değil ülke sınırları içerisinde "tehcir" olduğu kesindir. Devletin soykırım yapmadığına en net ve tartışılmaz örnek olarak tehcirde suistimali görülen 1397 kişiyi mahku00fbm etmesi, 16 kişiyi de idam ettirmesi gösterilebilir. Öte yandan Osmanlının bu yönde politikasının olmaması ya da soykırım iddialarını savunanların olması, bizim tehcir sırasından ölenler için üzülmeyeceğimiz anlamına gelmez/gelmemeli değil mi?
Twitter.com/sabihadogann