Ermeni pehlivanı yıkan İslamcı şâir
İstiklal şairimiz Mehmet Âkif, gazeteci, baytar, vâiz, muallim, münevver olduğu kadar spora ve idmana düşkün bir insanıydı. Onun en çok sevdiği ve yaptığı sporlar; güreş, yüzme, gülle atma, at binme, silah atma ve yürüyüş idi. Âkif’i ilmî, fikri, siyasî alanlarda mücadeleci, cesaret sahibi ve azimli olmasını, bir anlamda bedenî eylemlere düşkünlüğüyle izah etmek de mümkündür. Hakikatte, mütefekkirimizin, fikrî ve aklî yönleri ile bedeni ve cismi yönleri birbirini beslemiştir dersek, abartılı bir yorum yapmış olmayız.
Dönemin şöhretli pehlivanlarını tanıyan ve onlardan güreş
dersleri de alan Mehmet Âkif, bu sahada tanınan ve kendi mahallesinde oturan Kıyıcı
Osman’ın öğrencisi olmuştur. O, aynı zamanda çevre, şehir, kasaba ve köylerde
düzenlenen güreş müsabakalarına katılmaktan hoşnut kalmıştır. Âkif,
pehlivanlığı basit bir spor olarak değerlendirmez. O, güreşçileri içki içmeyen,
fuhuş yapmayan, dürüst, temiz insanlar olarak tarif eder. Nitekim Mehmet Âkif
nezdinde Kur’ân’lı ev ile ‘pehlivanlı mahalle’, ümmetin gençliğini, kötü
alışkanlık ve zararlı eylemlerden koruyacak iki önemli mekandır.
Okul yıllarında derslerinde başarılı olan ve istikrarlı bir
çizgi çizen Âkif, bahsi geçen aktivitelerden hiçbir zaman uzak kalmamıştır. On
dört yaşında yağlı güreşe başlamış, on altı yaşlarında köy düğünlerindeki
güreşlere katılmıştır. Uzun mesafeleri yürümek Âkif için, sıradan bir
alışkanlıktı. Fatih’ten Halkalı’ya yürüyen Şairimiz Halkalı’dan Çatalca’ya
kadar yürüyerek oradaki köylere giderdi. Gülle atan, ata binen ve iyi bir
yüzücü olan Mehmet Âkif, İstanbul Boğazı’nı da yüzerek geçmiş bir Şair’dir. (S.
Özdağ-S. Duman, Mehmet Akif Ersoy’un Sporcu Kişiliği, Sporun Akif’in Kişiliği
ve Mısraları Üzerindeki Etkisi, M.Ü. SBE Dergisi, 2012, Sayı 29, 131-132)
Oğlu Emin’in anlattığı üzere Âkif, kendi üzerinden güç ve
güreş arasındaki ilişkiyi şöyle ifade ederdi: ‘Benim belden aşağım, yukarılarım
yani kollarım, omuzlarım, boynum gibi kuvvetli olmuş olsaydı, bana çok yazık
olurdu. Çünkü o zaman ben başa güreşebilecek ve muvaffak olacak bir pehlivan olarak
yetişirdim.’
Gençliğinde bütün önemli ve şöhretli pehlivanları tanıyan
Âkif, onları izlemekten de büyük bir zevk alırdı. Dünya güreşinde ülkemizin
önemli pehlivanları olan; Koca Yusuflar, Kara Ahmedler, Adalı Halil Pehlivan,
Hergeleci, Küçük Yusuf, Yaşar Pehlivan, Çolak Mümin Hoca ve Kıyıcı Osman
Pehlivanların müsabakalarını takip ederdi. Hatta bunlardan Kara Ahmed’in, Prens
Abbas Halim Paşa’nın himayesine girmesine vesile olmuştur. Özetle ‘Âkif güreş
bilir ve güreşir bir sporcu idi’. (Babam Mehmet Âkif, 75-76)
Tahsil hayatında sürekli güreşen Âkif’in bu konudaki
maharetini yakından tanımak için, on sekiz yaşlarında Halkalı Ziraat
Mektebi’nde başından geçen bir olayı anlatmak önem kazanmaktadır. Mehmet Âkif’in,
sınıftaki arkadaşlarından bir Musevi ve bir de Ermeni olmak üzeri iki güçlü
rakibi vardır. Musevi’nin çok zeki bir öğrenci olmasına rağmen en başarılı
olmasına fırsat vermeyen Şairimiz, sınıf ve okul birinciliğini kaptırmamıştır.
Ermeni ise, güçlü ve kuvvetli güreş bilen bir pehlivandır. Sınıfta kimse onu
yıkamaz. Hatta bileği güçlü olduğu için öğrenciler ve okuldaki hizmetliler onu
yenemezlermiş. Bu Ermeni öğrenci hem yaşı hem de kilosu fazla olması sebebiyle
kimse ona karşı rakip olmak istemezmiş. Ancak Âkif, sınıf birinciliğini bu iki
arkadaşına bırakmamak için sürekli, azimli bir şekilde çalışmıştır. (Babam
Mehmet Âkif, 77-78)
Nihayetinde Âkif, diplomasının da gösterdiği şekliyle
birinci olarak bu iki gayr-ı Müslim okul arkadaşını geride bırakarak bir
‘hezarfen’ olduğunu ispatlamıştır.
Oğlu Emin’in naklettiğine göre, Babası Mehmet Âkif, genç
irisi Ermeni delikanlıyla planlanmayan bir güreşe tutuşurlar. Âkif, çok çevik,
kuvvetli ve usta bir güreşçi olmasıyla birlikte izzet ve şeref sahibi mağrur
bir Osmanlı gencidir. Okulda ses getiren güreş olayı, Mehmet Âkif’in diliyle
şöyledir:
“Ermeni bildiğin gibi değil dehşetli kuvvetli idi. Arkadaşlarını
çabucak altına alıp ezmesi öyle zoruma gidiyor, beni çileden çıkarıyordu ki
sana anlatamam… Kendisi ile şaka mahiyetinde dahi olsun hiç tutuşmamıştık. Zira
onun da gözü beni pek tutmuyordu. Cüsseten okkaca kendisinden aşağıda idim. Lâkin
ondan çok daha atik ve daha oyuncu idim. Göz hasmını tanır! O da bunları
görüyor, hesap ediyor, benimle elense şakası bile yapmaya yanaşmıyordu.
Bir gün hiç unutamam. Hüseyin Avni isminde Fatihli bir
hemşerim ve benden bir sınıf aşağı arkadaşımla Agop idman mahiyetinde güreş
tutmuşlardı. İdman filan derken Avni’ye boyunduruk çekiyor, şiddetli
elenseleriyle çocuğu eziyor, pek müşkül vaziyetlere sokuyordu. Nasıl oldu
bilmiyorum Avni, Agop’un çektiği şiddetli bir elense ile yere kapandı. Ağzından
dişlerinden kan boşanmaya başladı. Artık dayanamadım. Gel Agop dedim biraz da
ikimiz idman tutalım. Tereddüt edemedi.
Arkadaşlarımın intikamını almak üzere Agop’u tek çapraza
aldım. Meydan genişti. Belki on beş yirmi adım sürdüm. Nihayet kavi rakibim
tutunamadı. Burnu üzerine yüzükoyun yere kapandı. Bu sefer çok iyi kullandığım
kündeye aldım. O koca Agop’u kaldırarak öyle bir çevirdim ve sırtını yere
getirdim ki, bütün bunlar bir buçuk iki dakika içinde olmuştu. Ermeni ne
olduğuna şaşırdı. Kıpkırmızı olmuş hâlâ yerinde oturuyor, önüne bakıyordu. İşte
o zaman etrafı şiddetli bir alkış tufanı çınlattı. Agop’u tam manasıyla mağlup
etmiştim. Hiç sesini çıkarmadı. Yavaş yavaş yerinden kalktı, kafası önünde kös
kös mektebin kapısından içeriye girerek kayboldu.” (Babam Mehmet Âkif, 79-80)
Güreş hadisesini böyle anlatan İstiklal Şâirimiz Mehmet Âkif, daha sonra da matematik (riyaziye) hocası ihtiyar Ekrem Bey’in çok heyecanlandığını söyle dediğini nakleder: ‘Yahu Agop’u, Agop’u kaldırdı savurdu attı. Agop kalkar mı?’ diye bağırıyor, tuhaf tuhaf hareketler yapıyordu…’