Dolar (USD)
34.92
Euro (EUR)
36.39
Gram Altın
2942.93
BIST 100
10025.47
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
19 Aralık 2019

Erkekleşme süreci olarak feminizm

“Tam iffetli olacağım bi gülme geliyor”, “Eşitlik yoksa aşk da yok” ya da TBMM’ye kadar inen las tesis danslar gibi absürt, bayağı ve ucuz protestolar üzerinden kadını değersizleştiren feminist çılgınlarla işimiz olmaz.

Çıkış yolu itibariyle anlamlı, söylemleri abartılı, talepleri fıtrata aykırı bir feminizm gerçeği ile karşı karşıyayız.

Malumunuz Kadın, Hz.Havva’dan bu yana teolojinin, ticaretin ve siyasetin konusu edilegelmiştir. Marilyn Yalom “Memenin Tarihi” adlı kitabında, 25 bin yıllık bir kadın tarihini ele alıyor.

Emziren Meryem Ana’nın iffetinden, Fransız Cumhuriyeti’nin çıplak memeli, eşitlik ve özgürlük tasvirlerindeki kadın algısına varana kadar ilginç bir serüven bu.

Bizde, Osmanlı kadınları tarafından kurulan “Osmanlı Müdâfaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti” bilinen ilk feminist hareketidir. Osmanlı kadınının hukukunu savunmak için bir araya gelen kadınlar, mezhep ayrımı gözetmeksizin tüm Osmanlı kadınlarını asil üye, yabancı kadınları ise yardımcı üye olarak kabul ederek kuruluşunu gerçekleştirmişti.

***

Siyasi anlamda kurulan ilk örgüt ise 1923 Haziran’ında Nezihe Muhiddin başkanlığında “Kadınlar Halk Fırkası”dır. Adında “fırka” sözcüğü geçse de, örgütün ilk hedefi siyasi değil; ülke genelinde kadınların toplumsal yaşama dahil olmaları ve ülke kalkınmasında etkin rol almalarını sağlamaktır.

Ne var ki parti kurma istekleri onaylanmaz. Hatta “oy hakkı mücadelesi” için 1927 yılında bir kongre düzenleyerek, erkekler gibi oy kullanmak istediklerini beyan ettiklerinde ortalık karışır.

Öyle ki kadınların oy kullanma talepleri Cumhuriyet Gazetesi tarafından; “Kokanalar Trabzon’da Ortaya Çıktı’ manşetiyle sert tepki görür.

İlk kadın romancılarımızdan Fatma Aliye Hanım da kadınların gelişiminin erkekler tarafından engellenmesini evrensel bir sorun olarak görüyordu mesela. Yalnız Fatma Aliye Hanım, haklı olarak kadınların kendi tarihlerini bilmediklerini ifade ediyordu.

Batılı feminist yazarların kitaplarının Türkçeye çevrilmeye başlamasıyla bir zihin kırılması yaşanır. “Erkekler, dünyayı kendi bakış açılarıyla tasvir ederek mutlak gerçekliği bulandırıyorlar” diyen Simone de Beauvoir’in kadınlara ilham verdiği dönemler.

BM’nin işe el koyduğu(!) 1975-1985 yılları ise Türkiye’de ikinci dalga feminist hareketin canlanmaya başladığı yıllardır.

Örneğin 1975 Aralık ayında, 27 kadın derneği tarafından “Ankara Kadın Kongresi” düzenlenir ve burada kadınların lehine yasal düzenleme önerileri dile getirilir.

***

1981 yılında da küçük gruplar halinde bir araya gelen feministler, YAZKO (Yazarlar ve Çevirmenler Kooperatifi) tarafından, Fransız feminist Gisélle Halimi’nin de katıldığı dört günlük “Kadın Sorunları Sempozyumu” düzenlediler.

Sonrasında CEDAW (Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi)nin yaşama geçirilmesi için imza kampanyası düzenlendi ve toplanan 7 bin imza, 8 Mart 1986’da TBMM’ne iletildi.

Geçen yüzyılda kadını, hukuk ve adalet çerçevesinde ele alarak onu toplumsal yaşama dahil etme mücadelelerinin bir anlamı vardı.

Bugün ise feministler ciddi anlamda ontolojik kafa karışıklığı yaşamaktadırlar. Zihnin yerini yapay zekânın ve makinenin almaya başladığı bir dünyada kapitalizm, ataerkilliğin yerini çoktan aldı bile.

Çareyi feminizmde arayan Müslüman kadınların yaşadığı kimlik bunalımı da vahim boyutlara ulaştı.

Türkiye’de 2011 yılı istatistiklerine göre 18 milyon 600 bin(%55) ya hiç okumamış ya da ilkokul mezunu kadının olması evet, bir sorundu. Devlet Personel Başkanlığı’nın verilerine göre kamuda istihdam edilen personelin % 37’sinin kadınlardan oluşması da bir sorundur.

Ne var ki feminizm vaktiyle başörtülü kadınların eğitim sorunlarını hiç masaya yatırmadı. Manavda sebze tartar gibi bir eşitlikten bahsediyorlar ve meseleye erkek düşmanlığı üzerinden yaklaşıyorlar.

Dolayısıyla aile kurumuna da zarar vermektedirler. Çünkü kadın erkek düşmanlığı feminizm üzerinden körüklenmektedir. Sorun kadın olmasına rağmen feministlerin erkekleşmesi gibi bir garabetle karşı karşıyayız.

Kadını, kapitalizmin nesneleştirdiği bir araç konumundan çıkarıp, kadın ve erkeği artık “insan” üst başlığı altında değerlendirmeliyiz. Ancak bu aptal feministlerin harcı değil.