Dolar (USD)
35.17
Euro (EUR)
36.74
Gram Altın
2967.51
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
29 Haziran 2021

Erkekler ağlar

Bir bebeği susturamamak anlaşılabilir bir şey. Çünkü aniden başına gelmiş olan hayatının olumsuzluklarını bildirmek için bir tek yolu var: ağlamak! O yine de bunu mümkün mertebe dikkatli kullanır. Bir bebek olarak o, genellikle temel ihtiyaçlarını gideremediği zamanlarda ağlar. Giderildiği zaman uzatmaz, susar ve etrafa taze, hiç yaşanmamış neşe dağıtır. Mutluluk üretir.

Fakat bir yetişkini devamlı ağlar halde bulmanın ne yapılsa ne edilse susturamamanın anlaşılabilir bir yanı yok. Hele bir de temel ihtiyaçlar için değil, insan gibi yaşamasının önüne çıkarılan engeller yüzünden değil, temelsiz lüksler, saçma sapan “oyuncaklar” için ağladığını gördüğünüzde anlarsınız ki o yetişkin doymadığı için değil, aç özlü olduğu için zırlıyor, tepiniyor. Hatta anlaşmazlık büyütüyor, savaş çıkarıyor.

O halde adı geçen özne; -bundan böyle- yetişkin değil, yedi ile yetmiş arasında gel git akıllı, bitmiş pilli, pardon bitik kalpli, yetmişine gelmiş ve gelecek olsa bile yetişkinleşememiş veya yetkinleşmemiş diye anılacaktır.

Bu yetkinleşmemiş tiplerimizden bolca var. Bunu şuradan da anlarsınız. Tabiatın onca güzel sesinden, rüzgâr ıslığı, deniz dalgası, bağırılmayan- çağrılan bir ezan, içli veya neşeli bir şarkı sesinden veya içinizde sus pus edebiyle bestelenen sevinç ve şükür sesinden çok, ister istemez bir uğultu, bir ağlama bulutluluğu, zırlak bir koro sesi gelir. Bütün güzel sesleri bastırır. Öyle cazgırdır ki kendi iç şarkınızı duyurmaz size. Yapışmıştır içinize. Öfkelenirsiniz.

O ses işte o yetkinleşmemişlerin, “eşşek kadar olmuşlar”ın sesidir.

Herkese, koca bir memlekete dayattıkları olmaz olası hırslarının, tatminsizliklerinin sesi…

Dikkatli bakın!

Para kazanır, ağlar. Şiir yazar, ağlar. Sanatını ağlama tapınağı yapar. Ağlarken donakalır, ağlarken heykelleşir. Film çekemez ağlar. Çeker yine aynı. Din anlatır – bir dakka noluyoruz?- diyeceğiniz kadar göz yaşları içinde... Felsefesini, edebiyatını sorumsuzluğun "altın gerekçe"si olarak masaya sürer. Bilim adamıdır, akademisyendir, bilim yapacağına siyaset yapar ve kalkar bir de hiç bilim yapamıyorum diye ağlar. Çok tıkırında bir hayatı vardır ve akşama kadar kafelerde siyaset dedikodusu yapıp kıymetinin bilinmeyişine içlenip ağlar. Kişisel ağlaklığını "memleket için" sloganıyla kamufle peşindedir üstelik. Köşesinden kin büyütür. Memleket sosyolojisini ne kadar böler, ötekileştirir ne kadar kutuplaştırırsa o kadar alkış alacağına göre kurgular kimliğini. Barışmayı, barıştırmayı bilmez. Küslüğün tetikçisidir. Ağlama arasında tek silahı ağız dolusu küfrü, üslupsuz kalemidir.

Bu tür aylaklık cinsiyet ötesidir elbette. Fakat bir hakikat te vardır ki; erkekleri salya sümük ağlayan bir toplumun kadınları savaşmak zorunda kalır. Hem en sıkı cephe: hayattır. Ve iyi biliriz ki sahipsiz kalmış hayat tersine d-evrilmekte gecikmez. Vara yoğa şikayet etmeden sorumluluk bilinciyle yaşayan ve üreten olgunların omuzları onu ayakta tutmaya yetmeyebilir.

Yetmiyor da…

Memleketin olgunları bir de bunları susturmaya çalışmaktan perişan haldeler.

Sonsuz açlığı doyurmak ne mümkün! Ağlamayı iş edinmişleri avutmak ne mümkün!

Daima şikâyet ve daima kişisel menfaatperestliğin cehri zikrinden riyâkar bir uğultu icra etmek ne ayıp şey! Koca koca, bıyıklı, sakallı bebekler korosu ne irrite edici bir memleket müsameresi!

Halbuki ağlamak güzeldir. Yerince, üslubunca, kadarınca... Riyasız. Çok özel!

Merhametin yanağa sızan en ince, en narin yağmur damarı. Sessiz sedasız, çekingen yürüyüşlü deresi… İçtenliğin kimselere görünmemeye çalışarak öyle bir hava almaya çıkması…

Halbuki ağlamak gülmek gibi bir şeydir. Bir o kadar doğal ve gerekli…