Ergun Balcı: Yûnus Emre’nin ilahisiyle başladım
Ergun Balcı, Ankara’da yaşayan değerli bir kültür, sanat, edebiyat ve irfan adamıydı. Perşembe günü vefat etti ve Cuma günü Merkezefendi Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Merkezefendi Mezarlığı’nda toprağa verildi. Allah rahmet eylesin, ruhu şad, kabri nur, mekânı cennet, menzili mübarek olsun. Mehmet Dede, Nevzat Atlığ ve Yusuf Ömürlü hakkında kıymetli eserler kaleme alan Ergun Balcı, uzun yıllar Ankara’da TRT’de görev yapmıştı. Yakın dostu, bestekâr, koro şefi Yusuf Ömürlü hakkında Cibali’den Kubbealtı’na Yusuf Ömürlü isimli kıymetli eseri kaleme almıştı.
2007’de bir biyografi kitabı yazmıştı
Ayrıca Mehmet Dede olarak da bilinen gönül insanına dair de 2007’de bir biyografi kitabı yazmıştı. Kitabın tanıtımında şu sözleri okuyoruz: “Mehmet Dede, tevhidin yâni tasavvuf nefsinin öyle bir yanardağı idi ki, kıvılcımla iktifa edene kıvılcım verir, yanmaya doyamayanlara ise lâvlarından alevlerinden armağan gönderirdi. İnsanoğlunun yapısına harç olarak konmuş hayvanî hırsları öylesine itâati altına almış, öylesine dizginlemiş bulunuyordu ki, kıskıvrak bağladığı bu nefsânî canavarların bir kere dahî başkaldırdığını kimse görmemişti.”
Tasavvuf Müziği ismi Ergun Balcı
Ergun Balcı’nın bir diğer kıymetli eseri, büyük müzik otoritesi ve koro şefi olan Prof. Dr. Nevzat Atlığ hakkındaydı. Mûsikimizle Övünmemiz İçin Nevzat Atlığ isimli eser, son 60 yıl içinde hızla gelişen ve değişen çok meseleli mûsikî hayatımızda özel yeri olan Nevzat Atlığ hakkında hazırlanmış kapsamlı ve derinlikli bir eser. Kitapta, giderek hâfızalardan silinmeye ve millî zevkten uzaklaşmaya başlayan mûsikimizin, Nevzat Atlığ’la yüz yüze gelmesi ve fantezilerle oyalanmayan bir ömrün hikâyesi anlatılıyor. İlk baskısı 2004’te yapılan eserin ikinci baskısı ertesi yıl gerçekleştirilmişti. Prof. Dr. Mehmet Demirci, Ergun Balcı hakkındaki bir yazısında Ahmet Hatiboğlu’nun, “Tasavvuf Müziği ismi Ergun Balcı’nın buluşudur.” dediğini nakleder.
Gönül Telimizi Titretenler
1937 yılında Eskişehir’de doğan Ergun Balcı, TRT’den emekliydi. Kurumun tek televizyon olduğu ve radyonun daha etkili bulunduğu dönemde bir çok güzel programa imza atmıştı. 1975 yılında hazırladığı “Gönül Telimizi Titretenler” programı, birçok sanatkâra ilham kaynağı olmuştu. 1970’lerde radyoda “Türkiye’nin Sesi” için hazırladığı “Beri gel Barışalım” programı ise, milletlerarası yarışmalarda Türkiye’yi temsil etmişti. 1982 yılında önce radyoda hazırladığı “Hoş Sada” programı televizyona taşınmış, dönemin bir çok ses sanatkârı bu vesile ile seyircilere ve dinleyicilere hitap etme imkânını bulmuştu. Pek çok film müziğine de imza atan Ergun Balcı, 1985’te TRT’de yayınlanan “Acımak” dizisinin müzikleri ile büyük takdir almıştı. Çalışmalarında ilahilere ve Bektaşi nefeslerine yer verince müzikseverlerin gönlünde taht kurdu. Mükemmel bir metin yazarıydı. Ayverdi Mektebi’nden beslenen seçkin kültür adamı, son olarak Bakırköy Musikî Vakfı’nın ve Hikmet Özkahraman’ın hizmetlerine toplumun dikkatini çekmeye hazırlanıyordu. Kıymetli sanat ve kalem erbabı Ergun Balcı ile hayatı, ilk edebiyat hevesi, sanat çalışmaları, rahle-i tedrisinde bulunduğu şahsiyetler, Ayverdi ailesi ve kaleme aldığı eserler hakkında konuşmuştuk. Merhum büyüğümüzün vefatı münasebetiyle bu röportajı yayınlıyoruz:
Efendim edebiyat ve sanat dünyasıyla ilk temasınız nasıl başladı?
Edebiyatın ne olduğunu bilmeden önce, okumayı seven ağabeyimin çok sevdiğim kitabı Lise 1 Edebiyat kitabı ile başladım diyebilirim. Yûnus Emre’nin “Taştın diye deli gönül” ilahisini okudum ve ilk iki kıtasını ezberledim. Bu durum, ev içinde duyulunca bana başka şiirler de ezberlettiler.
Halit Ziya’nın Nemide romanı beni çok etkiledi
Peki yazdığınız ilk şiiri hatırlıyor musunuz?
Henüz on bir yaşındaydım, bir şiir yazdım. Başlığı “Hayat”. Bir rüzgârdan bahsediyorum, bir rüya görüyorum. Ama hayal meyal. O zaman şiirde kullandığım kelimeler sis ve duman… Ağabeyim edebiyatı seviyordu. Annem okumayı çok seviyordu. Annemden kalan 60’ya yakın romanı hâlâ duruyor. Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halit Ziya Uşaklıgil gibi yazarların romanlarını okumuştu. Ben onları hâlâ saklıyorum. Halit Ziya’nın Nemide isimli romanı beni çok etkilemişti. Eski yazı ileydi. Annem romanın bir kenarına “teverrüm” kelimesini yazmıştı. Biliyorsunuz “verem olma hâli”dir teverrüm. O romanı okurken ağlamıştım. O romanla başladım. Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun kahramanlık romanlarını okumaya başladım. Michel Zevaco’nun Üç Silahşör’unu okudum. Zevaco’nun Pardayanlar’ını, Jules Verne’nin kitaplarını okudum. Ağabeyim Fehmi Balcı nur içinde yatsın. Robinson Crusoe’yu okutmuştu. Güliver’in Seyahatleri’ni bana getirmişti.
Çocukluk ve gençliğimin yazarı: Kemalettin Tuğcu
Okul ders kitapları dışında ilk okuduğunuz kitap, yazar ve şairler kimlerdi? Bunlardan sizi etkileyen ve daha sonra diğer eserlerine yöneldiğiniz edebiyatçılar hangileriydi?
Çocuk ve gençlik kitaplarının yazarı Kemalettin Tuğcu’yu 17 yaşlarında iken okumaya başladım. 16 yaşında iken hikâyeler yazmaya başladım. Okulda yarışmalar olurdu. Kompozisyon yarışmasında Türkiye ikincisi oldum. “Kalem mi Kılınç mı?” başlığı altındaydı bu yarışma. Bilhassa Atiye annem ve abim Fehmi Balcı’nın etkisi üstümde çoktur. Rahmetli annemden Ahmet Hatipoğlu’nin notaya aldığı en az 30 ilahi vardır. Annem ve anneannem tasavvuf dünyası içindeydi.
Peki ilk kitabınız ne zaman yayınlandı, konusu ne idi? Edebiyat çevrelerinde nasıl karşılandı? Bu konuda neler anlatmak istersiniz?
Hikâye yarışması yapılmıştı. Seçilen ilk on hikâyenin sahipleri arasında ben de vardım. Eskişehir’de dergi çapında, altı hikâyemi ihtiva eden bir edebiyat eki olarak benim adıma çıktı. Bu ilave, Eskişehir’de bir mahalli gazetenin eki olarak çıkmıştı. Yeditepe ve Varlık edebiyat dergilerinde az sayıda da olsa hikâyelerim çıktı.
TRT’deki çalışmalarınız… Biraz da onlardan bahseder misiniz?
Ankara TRT’de işe başladım ve çok sayıda belgesel yazdım. Benden önce Beşir Ayvazoğlu yazıyordu. Benimle birlikte Ayvazoğlu da yazmaya başladı. Son olarak Son İmparator Abdülhamid’in metnini kaleme aldım.
En çok sevdiğim kitap Cibali’den Kubbealtı’nadır
Peki yayımlanan ilk eseriniz?
İlk kitabım Kubbealtı Neşriyatı arasında çıktı. Cibali’den Kubbealtı’na Yusuf Ömürlü isimli bir kitaptı bu. Daha sonra başka kitaplarım da yayımlandı ama benim en çok sevdiğim kitap Cibali’den Kubbealtı’na’dır. Klasik mûsikimizde birinci isim Mesut Cemil’dir. Mesut Cemil klasik eserleri yaptı. Ondan sonra Nevzat Atlığ’dır. Herkes klasik eserlere sırtını dönmüşken Yusuf Ömürlü tamamen tasavvuf müziği ve klasik eserleri icra etti. Koro karşısında oturarak ilk koro yöneten kişidir. Bu da felçli oluşundan dolayıdır. Yılmamış, büyük bir azim insanıdır. Tamamen bir Sâmiha Ayverdi terbiyesi içinde kendisini ve talebelerini yetiştirmiş bir sanatkârdır. Necdet Yaşar Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük sanatkârlardandır. Niyazi Sayın’ın bine yakın talebesi vardır. Yusuf Ömürlü hoca da pek çok talebe yetiştiren bir mûsikî üstadı ve hocasıdır.
Yine Kubbealtı’ndan bir eseriniz daha yayımlandı: Mûsikîmizle Övünmemiz İçin Nevzat Atlığ. Nevzat Atlığ Hoca için neler söyleyeceksiniz?
Evet, Mûsikimizle övünmemiz için Nevzat Atlığ… Klasik müziğimizi Türk halkına en iyi anlatan, aydınlara en iyi yansıtan bence Nevzat Atlığ’dır. Hâlen çalışmalarını yürütüyor. Her türlü zahmete katlanarak mûsikî hizmetlerini devam ettirmektedir.
Mehmet Dede dünya görüşüm
Mehmet Dede isimli bir eseriniz daha var. Mehmet Dede geniş çevrelerde pek tanınmayan bir gönül insanı. Biraz bize ondan bahseder misiniz?
İlk gençlik yıllarımdan beri hâlâ içinde olduğum çevrenin en büyük isimlerindendir ve hayatıma yön veren, inanç yönümü değiştiren bir insandır. Daha önce farklı yazarları okuduğum hâlde bu edebiyat anlayışımda herhangi bir değişiklik olmamıştır. Mehmet Dede manevi dünyamda büyük değişiklere vesile olmuş ve bugün sahip olduğum dünya görüşünün sahibidir.
Ömrünü Türkçeye ve Türk kültürüne adamıştır
Mehmet Dede’nin sanırım yetiştirdiği değerlerden biri de rahmetli İlhan Ayverdi idi. İlhan Ayverdi ile yakınlığınızı biliyoruz. Kendisine “abla” diyebilen ender şahsiyetlerdensiniz. Başta telif ettiği Misalli Büyük Türkçe Sözlük (Kubbealtı Lugatı) olmak üzere birçok mühim hizmeti biliniyor. İlhan Ayverdi hususi aleminde nasıl bir insandı?
Bir defa edebiyat tarafı vardı. Edebiyata dâir hükümleri vardı. Kimi okuduysam onun bana işaret ettiği değerleri tespit etmişimdir. Ömrünü Türkçeye ve Türk kültürüne adamıştır. Sadece sözlükle kalmayıp, yalnızca bir dil meselesi olarak kabul etmeyip toplumun kültür hayatına da katkıda bulunmuştur. Türk kültürünün korunma gayreti içinde olmuştur.
İlhan Ayverdi’nin eşi merhum Ekrem Hakkı Ayverdi de yakından tanıdığınız büyük bir sanatkâr ve merhum Ergun Göze’nin tabiriyle “Rumeli Beylerbeyi” idi. Ekrem Bey hakkında neler söylemek istersiniz?
Ekrem Hakkı Ayverdi, bir bölümü elden çıkan toprakların acısıyla Rumeli’ye gitmiş ve oradaki Osmanlı eserlerine sahip çıkmış, Osmanlı haşmetini tespit etmiş bir sanatkârdır. Bu çalışmalarla teselli bulmuştur. Mimarinin bir sanat olduğunu Türk mimarlarına hatırlatmıştır.
En çok sevdiğim şahsiyet mütefekkir yazar Sâmiha Ayverdi
Tabiî Ayverdi ailesinden en çok bağlandığınız ve sevdiğiniz şahsiyet zannediyorum mütefekkir yazar Sâmiha Ayverdi idi. Yazarımızla ilk olarak ne zaman ve nasıl tanıştınız, ilk görüşmenizin intibalarından bahsetmek ister misiniz?
Ben üçünü, üç Ayverdi’yi birbirine ebrular gibi karışmış şahsiyetler olarak görüyorum. Sâmiha Ayverdi, Ekrem Hakkı Ayverdi ve İlhan Ayverdi birbirini tamamlayan kültür hizmetleri, dil hizmetleri ve mimari hizmetlerini birlikte yürütmüşler. Âdeta medeniyetimizin inşası ve ihyası yolunda büyük gayretler göstermişlerdir.
Sâmiha Hanımın çevresinde bulunan Nihad Sâmi Banarlı, Safiye Erol, Sofi Huri ve Nezihe Araz’la da görüşür müydünüz, onlardan nakletmek istediğiniz bir hâtıranız var mı?
Edebiyat tarihçimiz merhum Nihad Sâmi Banarlı ile karşılaştım. İlhan Berk’i bana sordu. Nihad Sâmi Banarlı’yı benimle İlhan ablam tanıştırdı. Biraz överek beni anlattı. Mehmet Amcaya mektuplar yazıyordum. Nihad Sâmi Bey, bir mevlid sonrasındaki sohbette “Bu mektupları elbette yazabilir, edebiyata düşkündür evladımız, zaten tasavvuf neşvesi gözlerinden bellidir.” dedi. Konuşurken elini omzuma koydu. O da arkadaşlar arasında bir iltifat sayılıyordu.
Romancı Kemal Tahir’i de tanıdınız zannediyorum değil mi?
Kemal Tahir’in Rahmet Yolları Kesti romanı basıldığı zaman, Bilgi Yayınları’nın sahibi Ahmet Tevfik Küflü bana “Kemal Tahir’in kitabını İstanbul’a sen götür” dedi. İstanbul’a geldim, Anadolu yakasında Göztepe’de evi vardı Kemal Tahir’in. Romanda bir Alevi dedesinin kızının kaçırılma hikâyesi vardı. Eşkıyaları anlatıyordu. Kitabın asıl konusu ün yapan eşkıyaların çok niteliksiz insanlar olduğunu, zorlamayla eşkıyaların halk kahramanı yapıldığını anlatıyordu. Özellikle de saz şairleri tarafından. “Bunlar sofra artıkçısıdır” diyordu. Evde eşi Semiha Hanım vardı.
Biliyorsunuz Yaşar Kemal İnce Memed’te eşkıyayı yüceltir. İki romancı arasında ‘eşkıyaya bakış’ açısından bir görüş farkı var. Bu konu gündeme gelir miydi?
Evet, Yaşar Kemal’in İnce Memed romanı gündeme geldi. Kemal Tahir, “Güya solcu olacak, ama toprak reformu yapılıyor; toprak dağıtılıyor. Ağayı öldürüyor. Onun topraklarını halka dağıtıyor, bunun Marksizm’le alakası yok.” derdi. Yaşar Kemal’i eleştiriyordu. O zaman eşkıyaların ahlaken düşük olduğunu, savaş kaçkınları olduklarını, ellerindeki silahlarla kaçtıklarını ve çete oluşturduklarını söylüyordu. Doğrudan doğruya ağaların köylüler üzerindeki hegemonyasını sağlıyorlardı bu güçle.
Peki şimdi neler yapıyorsunuz, hangi eseri hazırlıyorsunuz. Tezgâhınızda ne var?
Şimdi Bakırköy Konservatuarı’nın belgeselini hazırlıyorum. İnşallah dört ay içinde bitecek.
Efendim siz aynı zamanda iyi bir hikâyecisiniz. Hikâyeleriniz Yaşar Nabi’nin yönetimindeki Varlık ile Yeditepe gibi önemli edebiyat dergilerinde yayımlandı. Hikâye yazmaya devam ettiniz mi? Bunlar bir kitabı teşkil edecek sayıya ulaştı mı?
Yayınlayabileceğim 16 hikâyem var, inşallah devam ederiz. Ve ileride bir kitaba kavuşuruz.
İnşallah efendim, heyecanla bekliyoruz. Lütfedip sorularıma cevap verdiğiniz için çok teşekkür ederim.
Ben de size alakanız için teşekkür ediyorum.