Ergani Sempozyumu-2
Uluslararası Ergani Sempozyumu geçtiğimiz hafta Dicle üniversitesi ile Ergani kaymakamlığı işbirliğinde Diyarbakır Dicle Üniversitesi kongre merkezinde büyük bir katılımla gerçekleşti. Gerek Ergani’nin ve gerekse de Diyarbakır’ın tanınırlığı açısından bu sempozyum, önemli bir vazifeyi yerine getirmişti.
Sempozyumun bir kaç panelinde edebiyat ile ilgili kısımlar
da vardı. Ergani ve edebiyat ismi yan yana gelince hiç şüphesiz üstadımız Sezai
Karakoç’un ismi ön plana çıkar. Başta Şakir Diclehan hocamız olmak üzere İsmail
Söylemez, Nurten Kala, Eyyüp Azlal, Mekin Göğer, Hacı Önen, Taha Yılmaz, Mehmet
Emin Kalgı, İsmet Kaya, Tahsin Kula, Zakir Elçiçek, Barzan Luqman Abdulsamed,
Abdulsamed Özmen hocaların da Sezai Karakoç üzerine tebliğleri vardı.
Sezai Karakoç’un tabiriyle bir kasabaolan Ergani, 2022’de neden uluslararası bir sempozyum
ile anılıyor? (Kasaba tabiri edebiyat açısında kullanılsa da Ergani, İstanbul
ve Ankara’ya göre kasabadır. Bölgede Siirt, Muş, Hakkari şehirlerine göre ise
bir şehirdir. ) Sanırım bunun ilk nedeni; Ergani’de dünyaya gelen şair Sezai
Karakoç’un edebi mirasının gerek Türkiye’de ve gerekse de İslam dünyasında
tanınırlığının ortaya çıkmasıdır. Sezai Karakoç ve isminin yaşatılması aslında
Ergani’nin tanınırlığı ile eş orantıdadır. İkinci nedeni de Ergani ve
çevresinde çıkarılan bakır madeninin yurt dışında tâ Londra borsasına kadar
uzanan satış macerası olarak yorumlanabilir..
Sempozyum dolayısıyla bir araya geldiğimiz İnönü
Üniversitesinden Doç. Dr. İsmail Söylemez Hocanın Sezai Karakoç eserlerinin
Farsça çevirilerine değindiği tebliğini dinleme imkânı buldum. Aslında tebliğin
bir kısmını beni ilgilendirdiği için İsmail Hoca bana okumuştu. İran’da Sezai
Karakoç’un Hızır’la Kırk Saat adlı kitabını Farsçaya çeviren Ata İbrahimî Erad’ın
çevirisindeki hataları anlatan bölümünü dinleyince bu çevirinin muhakkak ikinci
baskıda düzenlenmesi gerektiğini söylemiş ve konunun muhatabı Ata Erad’a bilgi
vermiştim. İsmail Söylemez Hocaya da bazı bilgiler vermiştim.
2015-2016 tarihlerinde İran’da Yunus Emre Enstitüsünde
çalışırken İran edebiyatında Orhan Pamuk ve Elif Şafak’ın ısmarlama çeviri
furyası karşısında şaşırmıştım. Uluslararası edebiyat endüstrisinin İran’daki
faaliyetleri, orada okunması gereken yazarlar ajandasından haberdardım. Fakat
işin garibi İran kültür kurumlarının da bu konuda cılız davranışlar içinde
olması beni şaşırtmıştı. Tahran merkezli Sales neşriyatın yayını olan
Hızırla
Kırk Saat (Chel Saat Ba Hızır-Çhel Saat
Ba Hızır- چهل سعات با خضر) adlı kitabın
Farsça çevirisi dolayısıyla bir panel düzenlemiştik. Türkiye’den Sezai
Karakoç’un yakın arkadaşı Prof. Dr. Turan Koç hocayı, İran’dan yazar Naser Feyz
ve kitabın mütercimi Ata Erad’dan oluşan bir panel tertip etmiştik. O zamanlar
bu edebî faaliyetimiz hem İran’da hem de Türkiye’de ses getirmişti. İranlı
edebiyatseverler; İran’ı önemseyen, İran’a “Gazali, İbni Sina Hafız ve Sadi”
gibi önemli şahsiyetlerin memleketi olmasından ötürü hürmet eden Sezai Karakoç’u
yeni yeni tanımışlardı.
Suriye’den iç savaş dolayısıyla göç etmiş yazarlarla da
sohbet ettiğimizde onların Sezai Karakoç gibi bir şahsiyeti tanımadıklarını
üzüntüyle öğrendim. Türkiye’de bir tek Aziz Nesin ismini tanıdıklarını
söylemişlerdi. Ben de onlara “eğer Sezai Karakoç’u tanımış olsaydınız ülkeniz
işgal altında olmayacaktı. Ülkenizde iç savaş olmayacaktı, demiştim. Tabi bu
sözlerimi onlara Sezai Karakoç’un Suriye hakkındaki nazariyesini anlattıktan
sonra söylemiştim.
Sempozyum’da Barzan Luqman Abdulsamed’in Kuzey Irak Kürt
bölgesinden gelmesi önemliydi. Barzan, Erganili Dr. Salih Uçak hocanın Erbil’de
öğrencisiydi. Barzan, daha sonra İstanbul üniversitesinde master de yapıyor.
Şimdi Erbil’de öğretim görevlisi ve oradaki yeni yetişen nesle Sezai Karakoç’u
anlatıyor.
Ergani’nin uluslararası bir sempozyumda anlatılmasının
ikinci nedeni, bakır madeni dolayısıyladır. Dicle Üniversitesi ve sempozyum
düzenleme kurulu internet sayfasında yaptığı açıklamada bu hususta şu duyuruyu
yapmıştı. “…. XIX. asrın başlarında Harput adı verilen maden mevkiinden
çıkarılan bakırın bir kısmının Bağdat’a sevk edildiğini kaynaklardan
anlaşılmaktadır. 19. yüzyılın başlarında burada bilhassa madencilikle geçinen
nüfusun sayısı 3.500’e varıyordu. Maden; devlet eliyle işletiliyor, kuyulardan
çıkartılan ham cevher mahallinde odun ile muamele edilerek, kara bakır haline
getiriliyor, deve veya katır sırtında Tokat’a sevk edilip, orada kırmızı bakır
haline konuluyor veyahut İskenderun üzerinden ihraç ediliyordu.” Sempozyumda
ona yakın tebliğ de buna dairdi.
Sempozyum kapanışı da Ergani Yatılı öğretmen okulunda
yapılan konuşma ve değerlendirmelerle devam etti. “Geçmişten Günümüze Uluslararası Ergani
Sempozyumu” hafızalarda ve şehir tarihinde iz bırakacağı umuduyla da şehre
yakın ören yerlerine gezi de düzenlendi. Ergani’yi ve çevresini bundan böyle
maddi ve manevi zenginlikleriyle hatırlayacağımız kuşkusuzdur.