Erdoğan Körfez turunda
Bu yazıyı yazarken Başkan Erdoğan Körfez turunun ilk durağı
olan Suudi Arabistan’daki temaslarını sürdürüyordu. Erdoğan’ın Suudi Arabistan
ziyareti sonrası ikinci durağı olan Katar’a hareket edecek.
Erdoğan’ın Körfez ziyareti ile gerçekleştirdiği temaslarla
ekonomik açıdan dikkat çekici olsa da stratejik
ve jeopolitik anlamlar da içermektedir. Zira Türkiye’nin güney
hudutlarından Uman Denizi’ne kadar uzanan coğrafyada bulunan ülkeler, şu üç
belirgin özelliğe sahiptir.
Bunlardan birincisi:
İsrail hariç hepsi Müslüman halkları barındırmaktadır. İkincisi: Körfez ülkelerin zengin enerji kaynaklarına sahip
olmalarıdır. Üçüncüsü, Mısır ve İran
hariç İsrail’in üzerinde kurulduğu Filistin dâhil bütün bu ülkelerin 1918’e
kadar Osmanlının mülkü olmasıdır.
Bugün ‘’Ortadoğu’’ dedikleri coğrafya, İtilaf Devletlerinin
Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında verdiği kararlardan
doğdu. Alınan bu kararların neden ve nasıl, hangi umut ve korkuların, sevgi ve
nefretin sonucunda alındığı, Müslüman halkların içinde bulunduğu durum acı bir
şekilde özetlemektedir. Bugün Müslüman halklar topyekûn acı çekmektedir!
Birinci Dünya Savaşından sonra, Türkiye ile Müslüman
Araplarla olan ilişkileri şu üç etkenin tesiri altında geliştiğinin altını özellikle
çizmemiz lâzım. Birinci etken
psikolojiktir: Suudi kökenli olup batı ülkelerinde yaşayan bazı yazarların
şöyle yazdıklarını okumuştum: ‘’Arap
halkları din, dil, edebiyat gibi güçlü kültür otaklığına rağmen bir millet
olarak uluslararası topluma katılamayışlarının nedeni 16’ıncı yüzyıldan 20’ncı
yüzyılın başlarına kadar Osmanlı hâkimiyet altında yaşamalarına’’ bağlamaktadırlar.
Böyle bir algı maalesef var ve bu da Türkiye ile ilişkilerinde olumsuz bir etki
yaratmıştı.
İkinci
etken İsrail’dir: Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere’nin
manda yönetimine terk edilen Filistin, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 29
Kasım 1947 tarihinde aldığı bir kararla Araplarla Yahudileri bölmüştü. Türkiye
bu oylamada bölünmenin aleyhinde oy kullanmış ama İngiltere 14 Mayıs 1948’de
Filistin’i terk etmişti. Ne yazık ki akabinde kurulan İsrail’i ilk tanıyan
Müslüman ülke Türkiye olmuştur. Bir öz eleştiri olarak söylüyorum; 28 Mart
1949’da İsrail’in tanınması Osmanlının bakiyesi olan Türkiye Cumhuriyeti’nin en
büyük tarihi hatasıydı. Üstelik bu tarihten sonra Türk-İsrail ilişkileri hep
inişli ve çıkışlı bir seyir izlemiştir.
Türkiye, ortak bir
tarihe ve kültüre sahip olduğu Müslüman Arapların hassasiyetlerini dikkate
almadan İsrail’i tanıması ve ilişkilerini geliştirmesinin yıkıcı sonuçlarını
tecrübe etti. Nitekim tarihe ‘’One
Minute’’ olarak geçen o asil çıkışı ile Türkiye geçmişteki hatasını büyük
ölçüde düzeltmiş oldu. Ancak İsrail sürekli olarak Arapları Türkiye ile
korkutmaktadır ve Türk-Arap çatışmasını çıkartmak için çalıştığının altını
çizmemiz gerekir.
Üçüncü
etken harici güçlerdir: Körfez ülkelerinin üzerinde, emperyalist güçlerin
etkisi bilinmektedir ve bunun temel nedeni de zengin enerji rezervlerinin
olmasıdır. Dünya enerji ihtiyacının büyük bir kısmı petrol ve doğalgazla
karşılandığı sürece bu kaynakların kontrolü üzerindeki mücadele sürecektir.
Bölgenin merkezinde bulunan Türkiye ister istemez bu mücadelenin içinde kendisini bulmaktadır. Dolayısıyla Başkan Erdoğan’ın Körfez turu, ekonomik faydanın ötesinde stratejik ve jeopolitik açılardan da büyük bir önem arz ettiğini düşünüyorum.