ERDOĞAN ÇOK 'DERTLİ'
Başbakan Erdoğan, AK Parti iktidarı ile Türkiye'nin son oniki yıllık sürecine damgasını vurdu. Türkiye'nin 1990'lı yıllar boyunca yaşadığı koalisyonlar ve krizler, 90'lı yılların sonuna doğru bir travmaya dönüşmüştü. Modernleşme süreci boyunca siyaseti ve toplumu yukarıdan dizayn etme anlayışı, toplumsal alanda ciddi bir doku zedelenmesini beraberinde getirmiştir.
Nihayetinde 2002 seçimleri, daha önce Türkiye siyasetinde bir şekilde aktör olmuş partileri siyaset sahnesinden tasfiye etti. Bu tasfiye süreci, Erdoğan'ın şahsıyla da birleşince, toplumda en azından siyasetin üstten totaliter biçimde dizayn etme anlayışının zayıflayacağı beklentisini doğurmuştur. Bu beklenti, üç seçimde AK Parti'nin oylarını arttırarak Türkiye siyasetine bir şekilde damgasını vurması sonucunu doğurmuştur.
Gezi Parkı olaylarının bir anti-Erdoğan hareketine dönüşmesi ile birlikte ciddi siyasi ve toplumsal hareketlenmeler yaşadık. Özellikle bir kesim, Erdoğan'ın "diktatör"leşmeye başladığı ve psikolojik zafiyete girdiği gibi tezler öne sürerek Erdoğan'ı zayıflatmaya çalıştılar. Bu yıl önümüzde çok kritik iki seçim bizi bekliyor. 30 Mart'ta yapılacak yerel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri. Anlaşılmaktadır ki, Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonuçlanıncaya kadar Türkiye, siyaset gündemi açısından olabildiğince hareketli ve çalkantılı olacak. Fakat burada, yerel seçim sonuçları çok önem taşıyor. Çünkü Erdoğan'ın güven tazeleyecek düzeyde bir oy oranının koruması, elini daha çok kuvvetlendireceğinden sonraki sürece eli daha rahat girebilecektir.
Tüm bunlarla birlikte Erdoğan'ın bu seçimlerde önemli avantajlarının daha doğrusu imkanlarının olduğunu belirtmeliyiz. Bu imkanların başında Erdoğan'ın şahsi pozisyonu, duruşu ve algılanışı geliyor. Bilmem farkında mısınız, ama yerel seçimlerde daha önceki seçimlerde olmadığı kadar Erdoğan'ın şahsı öne çıkmış durumda. Dolayısıyla bu bir Erdoğan ve rakipleri arasındaki mücadeleye dönüşerek yerel adayları arada kaybettiriyor. Mesela, İstanbul'da büyükşehir ve ilçe belediye başkan adaylarının, seçim kampanyalarında hep Erdoğan'la birlikte çekilmiş resimleri kullanılıyor. Bu, "Erdoğan'ı oyluyoruz" gibi alt bir mesajı sürekli bize veriyor.
Bürokrasi ve yönetim mekanizmaları çokça kullanılan "gereği yapılacaktır" şeklindeki sözleri, halk her şey aynen devam edecektir şeklinde anlar. Çünkü tecrübeler hep bunu göstermiştir. Türkiye'nin her düzeydeki işlerinde bugün en çok lazım olan kişi "dertli" insandır. Yani Türkiye'nin sorunlarıyla, insanlığın külli problemleriyle dertlenmiş öğretmenler, esnaflar, hocalar, yöneticiler vs. İşte burada başbakan Erdoğan tam da böyle "dertli "kişiliğiyle öne çıkıyor. Benim şahsi kanaatimce, Erdoğan'ın halkla arasındaki "kuvve"yi ve "bağ"ı sağlayan, Erdoğan'ın yönetimi geçiştirilecek bir mekanizma değil, gerçekten sorunları halletmek üzere dertlenmek olarak gördüğünün algılanmasıdır.
Erdoğan mahalle berberi Hüseyin'e traş olurken, fakir sofralarına konuk olurken, komşu Fatma ana ile samimi konuşurken, aslında mahallesini değiştirmediğinin işaretlerini vermektedir. Bir sonraki randevusuna biraz vakit varken, bir okula direksiyon kırdırırak bu ülke ile ilgili olduğunu insanlara hissettirmektedir. Yıllardır konumu değişince mahalle değiştirenler karşısında, bu mahallenin çocuğu olduğuna samimiyetle inanılmaktadır halk tarafından. Aksanı farklı İngilizcesiyle "one minute" dediğinde, ezilenler kendilerini orada gördüler. Çünkü İngilizceyi iyi konuşanlarda, daha önce böyle samimiyet görmemişlerdi.
Erdoğan'ın tam da bu sebeple şahsı AK Parti'nin çok önünde bir karizma ve puana sahip. Onun bana kalırsa yegane şansı işte bu "derdi".