Erbakan'ın gözyaşları
Çarşamba günü Kemalettin Erbakan’ın vefatını öğrenince, “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” (Biz, O’ndan geldik ve yine O’na döneceğiz) teslimiyetini terennüm ettikten 25 Ekim 2012 Perşembe gününe gidiverdim. Bu tarihin kısa bir süre öncesinde Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan hoca ahirete irtihal etmiş, Millî Gazete’nin hafızası sayılabilecek isimlerin çoğu tenkisâta tâbi tutulmuştu. Açıkçası Millî Görüş camiası hem siyaseten, hem de kardeşlik hukuku açısından sıkıntılı bir dönemden geçiyordu. Zaman zaman Fatih Camii’nde karşılaştığımız ve ayaküstü hasbihâl ettiğimiz Kemalettin Erbakan bu gelişmelerden rahatsız olmasına rağmen çözüm üretmekte zorlanıyordu.
Neyse biz 25 Ekim 2012’ye dönelim...
***
Kurban Bayramı’nın 1. günü Fatih Camii’ndeyiz. Cemaatin
içinden gözüme merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın kardeşi Kemalettin Erbakan takılıyor.
Bayramlaşıyoruz. Önceki görüşmemiz üzerinden kısa bir süre geçmesine rağmen
durumunda hayli değişiklikler inkişaf etmiş. Beli biraz daha bükülmüş, ak
sakalı simasında nûranilik tezahür ettirmiş.
Caminin merdivenlerinden inerken, Hamdi Arslan hocanın
mahdumu ile birlikte kendisine yakın âlâkamızdan çok memnun oluyor. “Bu sabah, merhum Nizamettin ağabeyimin
hanımı Sabiha yengeyi kaybettik. Ailede benden büyük kimse kalmadı” diyerek
üzüntüsünü paylaşıyor. Sonra bizleri Fevzipaşa Caddesi’nin hemen karşısındaki
baba ocağına tatlı ikramı için davet ediyor.
Apartmanın hemen girişindeki eskiden diş hekimliği görevini
icra ettiği mütevazı mekâna geçtikten sonra tatlılar ikram ediliyor. Erbakan
biraz nefeslendikten sonra, “artık çok
yaşlandım” diyor. Gençliğinde okuyup, kendine düstur edindiği bir kıssayı
anlatmaya başlıyor:
“Hz. Ebubekir, bir
yolculuk esnasında devesinin yuları düşünce devesini çöktürüp alır. Bu durum
bir kaç defa tekerrür edince yanındakiler, ‘Efendim sizin devenin sırtından
inmenize lüzum yok. Söyleseniz de biz o yuları sizin inmenize gerek kalmadan
alıp versek’ derler. Hz. Ebubekir, ‘Resulullah
bana, yapabileceğim bir işi başkalarından istemememi emretti’ buyurdu.”
Bu kıssayı hayatı boyunca kendine düstur edinmeye çalıştığını ifade eden
Erbakan, “ihtiyarlıktan da olsa
başkalarından bir şey talep etmek bana ağır geliyor” diyor.
***
Yaşlılar bazı şeyleri sebebe dayandırarak aktarmak için
bahane ararlar; bayramlarda bu anlamda en güzel vesilelerdendir. Erbakan da
bizleri karşısında bulmuşken, tâ 1800’lü yıllara gidiyor. Sohbetini Adana’nın Kozan ve Saimbeyli
bölgelerinde uzun süre hüküm süren Kozanoğulları
Beyliği’ne dayandırıyor. Sonra sözü oralardan kalkıp İstanbul’a gelerek, Sultan 2. Abdulhamid’le dost olan Hüseyin Bey’in oğlu baba Mehmet Sabri beye getiriyor.
Hukuk tahsilinden sonra Erzurum’a tayin olan savcı Mehmet Sabri beyin Sabire hanımla izdivacından sonra bu evliliğin meyvesi olan Nizamettin ve Selahattin’den bahsederken birdenbire hüzünleniyor. Birinci Dünya
Savaşı sırasında yaşananlardan bahsettikçe hikâye mâteme dönüşüyor. Rusların
Erzurum’u işgaliyle yaşanan ağır şartlar sonucu babası Mehmet Sabri bey ve ailesinin göç yolunda maruz kaldıkları acıları
anlatırken gözlerinden akan yaşlar bembeyaz sakalını ıslatıyor. “Sabire Hanım göç esnasında Hakkın rahmetine
kavuşarak Nizamettin ve Selahattin ağabeyimi öksüz bırakmış” diyor. Erbakan,
“Babam bir süre sonra Ağır Ceza Reisi
olarak Sinop’a tayin edilince, burada Rusların baskısından dolayı hicret eden
ve Sinop’a yerleşen bölgenin en önemli eşrafından Kafkas Kartalı Şeyh Şamil’in
torunlarından olan annem Kamer Hanım’la evlenmiş” ifadeleri ağzından
dökülürken yalnız kalmanın burukluğu içinde kardeşleri Necmeddin, Atıfet ve Akgün’ün isimlerini terennüm ediyor. “Ağabeyim Necmeddin Erbakan çok zeki bir
insandı” diyek onunla ilgili birbirinden ilginç anekdotlar aktarıyor.
***
Kemalettin Erbakan,
sözün yönünü son dönemlerde adından çokça bahsedilen fakat bir türlü içi
doldurulamayan “Osmanlı Medeniyeti”ne
çeviriyor. Huzursuzluğun kaynağının sosyo-kültürel dinamiklerin genlerinin
oynanmasından kaynaklandığından bahsederek “yerinden yönetim”e dikkat çekiyor. İç kavgaların yoğunlaşmasının
altında sosyal yapının en önemli dinamiklerinden olan “eşraf” geleneğinin yok edilmesinin olduğunu söylüyor. Osmanlı’nın
yaşamın temelini örfî davranışlarla destekleyerek toplumu birbirine
kenetlediğini, fakat son asırda oluşturulan anlayışın toplumu değerlerinden
uzaklaştırarak; yalnızlaştırdığını ve birbirinden kopardığını ifade ediyor.
Erbakan, toplumun manevi dinamiklerinin
etkisizleştirilmesinden dolayı, kaliteli insanın yetişmediğinden bahsediyor. Abdülhakim Arvasi’siz Necip Fazıl’ı, Abdûlaziz Bekkine’siz Nurettin
Topçu’yu, Mehmed Zahid Kotku’suz
Necmeddin Erbakan’ı düşünmenin ahde
vefasızlık olacağını ifade ediyor. Kendi “değerleriyle
diyalog” kurmayı reddedip “diğerleriyle
diyalog” kurarak “ümmeti yumuşak
lokma” haline getiren hadiseler zincirinden bahsediyor. “Bir kaşık suda koparılan fırtına”ların
altında yatan gerçekleri açıkladıkça bizleri hayrete düşürüyor.
Zamanın akıp gittiği sohbetin ardından, bizleri Halıcılar
Caddesi No: 4’teki baba ocağından yarınki cenaze namazında buluşmak üzere
uğurluyor.
***
Kurban Bayramı’nın 2. günü... Cuma namazını müteakip kılınan
4 cenaze namazından birisi de merhum Prof.
Dr. Nizamettin Erbakan’ın eşi Sabiha
Erbakan için kılınıyor. Taziyeleri Erbakan Ailesi, Van eski Milletvekili
Fethullah Erbaş, İstanbul İl Başkanı Selman Esmerer kabul ediyor. Cenazeyi
Merkezefendi’deki sonsuzluk yurduna taşımak da içindeki ahde vefa ateşi
sönmeyen bir avuç insana düşüyor. Sabiha
Erbakan, Merkezefendi’de bulunan diğer aile fertlerinin yanındaki ebedi
istirahatgâhına defnediliyor.
Diğer günlerde olduğu gibi bayramın 3. gününde de yolunu
Merkezefendi’ye düşürenler, Fatihalarını ve Yasin-i Şeriflerini
soluklanmaksızın kalplerinde beyaz sayfa açan hocalarına gönderiyor. İkindi
ezanı ile birlikte Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kamalak
merhum “Erbakan Ailesi”nin ayak
ucuna oturuyor. Ayetler dualara, gözyaşları yakarışlara karışıyor. Diller
susuyor, kalpler vuslata kavuşanlarla hasbihâle dalıyor.
İslâm Âlemi’de oluşturulan kan denizinde yüzenler, haksızlık
ateşinin ortasına atılanlar, “suskunluğum asaletimdendir” diyenler merhum
Erbakan hocanın yokluğunu daha derinden hissediyor.
***
Bu hasbihâlin üzerinden 8 yıl geçmiş. Yaklaşık 6 ay önce
oğlu Hüseyin beyle karşılaşmış, Kemalettin (Erbakan) amcanın durumunu
sormuştum. O da, artık eve bağımlı olduğunu, dışarı çıkamadığını ifade etmişti.
92 yaşında Hakkın rahmetine kavuşan Kemalettin
Erbakan dün öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından Merkez
Efendi’deki aile kabristanına defnedildi.
Merhum Kemalettin Erbakan’a Allah’tan af ve mağfiret,
ailesine sabr-ı cemil, ecri cezil niyaz ediyoruz.