Epistemik şamar
Nida dergisinin 2019 Ocak ayı sayısında Sayın Kasım Küçükalp ile yapılan bir mülakat yayınlandı. Başlığı “İktidar ve erdem üzerine”… Mülakat dediysek zinhar yanlış anlaşılmasın, okuyucunun kafa dinlendirmesi için değil adeta yorması için yapılmış bir konuşma.
Evvela Üstad hakkında kelam edelim. Prof. Dr. Kasım Küçükalp Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Felsefe Tarihi Ana Bilim Dalı öğretim üyesi. Branşı gereği yazmış olduğu felsefe içerikli pek çok kitabı var. Hepsi de son derece kıymetli eserler. Hocanın felsefe ile olan ilişkisi de çok mânîdar. Kendisini felsefi metinler içerisine hapsederek dünyayı tek bir pencereden seyretmiyor. Felsefeyi de gereğince sorgulamaktan geri kalmıyor. İnsanın ontolojik yapısının yaratılmış olduğu hakikatine gözünü yummamak suretiyle “vahiy” ile de sağlıklı ilişkiler kurmayı kendisi için bir düstur haline getirmenin kararlılığı içerisinde çalışmalarını sürdürüyor. Zaten yazımızın konusunu oluşturan mülakatı da bu durumu açıkça ifşa ediyor.
Üstad konuşmasını “hakikat”, “modern disiplinler” ve “siyaset” anahtar kavramları üzerinde oluşturmuş. Buradan hareketle de “özne”, ”nesne” ilişkileri üzerine çıkarımlarda bulunuyor.
Daha doğrusu modern disiplinlerin insanları özneleştirirken nasıl nesne haline dönüştürüldüğünün serencamına değinmeyi amaçlıyor.
Sayın Küçükalp’in şu cümlelerini aktaralım evvela:
“Modern disipliner iktidar size normlar, kurallar ve birtakım pratikler empoze etmek suretiyle sizi, bir meşruiyet, anlamlılık ve haklılık mantığını içselleştiren bir özneleşme sürecine tabi tutar”
Üstad burada insanın “özne” haline getirilmesi aşamasından söz ediyor. Evvela modern disiplinler vasıtasıyla bir mantık kurulacak yahut farklı bir ifade ile hakikat birilerince inşa edilecek, sonrada kişiler bu hakikatlerle doldurulacak. Tıpkı içi boş siluetler gibi kendilerine yüklenen bu kurallar ve pratiklerle kendilerini bir “özne” gibi algılamaya başlayacaklar. Varlığı bu veriler doğrultusunda algılarlarken kendilerini bir özne gibi vehmedip farkında olmadan nesne haline getirilmiş olacaklar.
Uzaktan kumanda misali, inşa edilmiş olanı/ mevcudu meşrulaştırırlarken “özne” olmanın esrikliği ile istenileni tekrar üretmiş olmanın vebalini yüklendiklerinin farkında olmayacaklar.
Bu konuşmayı okuduktan sonra kendisini telefonla arayarak sordum: Bu dediğiniz aslında her ortam için geçerli değil mi? Mesela İslam’da da insanlar bir yandan özne haline getirilirken aslında nesneleştirilmiş olmuyorlar mı?
Üstadın cevabı son derece sarihti: “İslam’da insan hakikate ait olur, hâkimi olmaz”
Kısacası denilmek istenen suydu: Hakikatin ontolojik mercii asla insan olamaz. Zira kaynak Tanrıdır. Şayet kaynaklar arasında bir yer değiştirme yahut ontolojik yakınlaştırma yaparsak o zaman sabit olan hiçbir hakikate anlam dünyamızda yer açmamış oluruz. Sonucu ise malum: Nihilizm ve akabinde çölleşen bir dünya.
Buna örnek olarak Sayın Küçükalp 28 Şubat sürecindeki ikna odalarında yaşananlara söyleşisinde değiniyor. Sorguya alınan başörtülü kızların maruz kaldığı muameleyi “epistemik şamarla hizaya getirilmek” olarak niteliyor. Şiddeti uygulayanlar yaptıklarının, muhataplarını özgürleştirdiği, dolayısıyla müdahalelerinin doğru olduğu iddiası ile yapıyorlar. Başka bir ifade ile epistemik kesinlik içerisinde hareket edip, aykırı gördükleri kimseler üzerinde şiddet uygulamada bir beis görmüyorlar.
Ve o ikna odası faillerinin inşa ettikleri hakikati benimseyen nesne olmakla malul pek çok “özne” bu ülkede halen daha o devirde yapılanları tasvip ediyor, hatta özlemini çekiyor.
Hocanın söyleşişinde siyaset felsefesi ile sosyoloji ve diğer beşeri bilimler arasındaki bir farka işareti ile sözlerimizi hitama erdirelim: Olana takılı kalmak yerine olması gerekene yoğunlaşmak. Yani olgu ile yetinmeyip değere itibardan içtinap etmemek.
Ne kadar haklı bir ifade değil mi?