Entelektüel sözleşme
Sosyal bilimciler içinde yaşadığımız çağı biraz da kendi zaviyelerinden tanımlamaya ve adlandırmaya çalışıyorlar. Ekonominin baskın olduğu tanımlarda post-endüstriyel çağ şeklinde tanımlamalar var. Daha önce de iki kez hakkında yazdığım post-truth tanımlaması da artık işe başlayacağımız ve değerlendirme yapabileceğimiz bir kerteriz noktasının olmadığını imliyor.
Artık anlaşılmaktadır ki, “post” adlandırması ile siyaset, ekonomi, toplum, kültür, din vb. tüm alanlarda gelip geçiciliğin, süreksizliğin, belirsizliğin, sık değişmelerin olduğu bir hayat şekillendirilmektedir. Prekarya denilen yeni sınıf ve çalışma düzeni, ulus aşırı güçlerin yerel takipçiliğini yapan siyasetin, bu güçlerce nasıl kitleselleşmenin yaratılacağına dair formüller ve buna uygun kültür ve din yaratımının hızlandığı bir çağa girmiş bulunuyoruz. Dünya sisteminin elini güçlendiren küresel ekonomi ile halihazırda buna uyumlu bir kültür yaratımıdır.
Fakat insan denilen varlık her an şirazeden çıkıp aksi davranışlar gösterebilir. Yeni dünya sisteminde bu risklere karşı da alınacak tedbirler önemli. Bunun yolu da insan ve toplumları daha etkin takip sistemi ile uyumlu kılmaktır. Fakat bunu modern anlayışlarda olduğu gibi, açık baskılar içeren bir zorlama ile değil, insanlara belirli avantajlar sunan gönüllü katılım sistemleri ile gerçekleştirmek “post” önekli tüm isimlendirmelerin stratejisidir. Diğer yandan mevcut gelişmeler karşısında sorunu halletmenin yolunu yine liberalizme atıfla gerçekleştirme önerisinde bulunanlar ise tedhiş politikalarını bu gönüllü katılıma teşvik etmek üzere stratejilerinin bir parçası olarak uyguluyorlar.
21. yüzyıla girdiğimiz şu zaman diliminde küresel aktörler, yeni stratejilerini uygulamak üzere mevcut düzeneğin yetmediğini bilerek ekonominin gereklilikleri doğrultusunda yeni siyaset, toplumsallık ve kültürellik anlayışı getirmek istiyorlar. “Yeni” dediysek bu, her halükarda sistemin lordlarını koruyan geniş kitlelerin aleyhine olacak şekilde Şair Eşref’in “sanatlı anahtar” dediği türden rafine yöntemler.
Şimdi böyle bir durumda, insani sorumluluk ve ahlakilik çerçevesinde inşa edilecek yeni ekonomi, siyaset, toplum, din anlayışları bunları gerçekleştirecek bir kültürelliğe ihtiyacımız bulunmaktadır. Genel anlamda bu siyaset ve stratejiler başta insan özgürlüğü olmak üzere bir takım parametreleri sağlamak durumunda. Öte yandan bu yeni anlayışın zaten mevcut sorunlara hayatiyet kazandıran bir paradigmadan beslenmemesi gerekiyor.
Maalesef yapılan tartışmalar, önümüze bir ufuk çizmeyi bırakın mevcut durumu bile anlamamış görünüyorlar. Entelektüelce olması beklenen tartışmaların her konuda olduğu gibi tarafgirliklerin temize çıkarılması ve karşı saldırı fırsatına doğru çevrildiği anlaşılıyor. Bu bağlamda ilk başta insani sorumluluk ve ahlakilik temelinde inşa edilecek bir entelektüel sözleşmeye ihtiyacımız var.
Entelektüellik mi alimlik mi aydınlık mı şimdi bu tartışmaya girmeyeceğim. Ancak bunların hepsini toplumun sorumluluk mevkiinde olan insanlar olarak düşünüyorum. Bu bağlamda entelektüel ya da alimin ilk hissetmesi gereken şey, kitleler nezdinde insani sorumluluğunun bilincinde olması ve herkesi de buna davet etmesidir. Bu bağlamda entelektüel ya da alim, ulaştığı doğru”ları (hiç şüphesiz bunlar nihai doğrular olmayabilir) söylemek konusunda kendisini sorumlu hissetmelidir. Bu sorumluluğunu o, aynı zamanda ahlaki temelde gerçekleştirecektir.
Elbette entelektüel ya da alimin bir dünya görüşü olabilir. Temel sorun; hakikati kendi ideolojisi lehine gizlememektir. Sadece bir görüşün sözcülüğünü yapan, kitleleri aldatan, mistik masallar anlatan, her konudan anlayan bir takım kişilerin yerini gerçekten ülkenin geleceğine ilmi katkılar yapacak entelektüel ve alimlerin alması gerekiyor.