Entelektüel ekmek bile vermez!
Victor Hugo'nun romanları, Ortaçağ'dan Modern dünyaya geçerken, hem geçmişin "insan"a müracat ederek eleştirisi hem de bir dönüşümün gündelik izlerini takip etmek bağlamında oldukça başarılıdır. Onun Notre Dame'ın kamburu romanı da bu özelliklerin iyi verildiği bir kitap. Romanın filmi de var. Oradaki bir enstantaneden hareket etmek istiyorum. Filmin hemen başında, Notre Dame katedralinin önündeki geniş meydanda çingeneler festivali icra edilmekte; aynı zamanda Fransız Devrimi'ne yarım kala bir entelektüel tarafından özgürlük manifestosu okunmaktadır krala karşı. Aslına bakılırsa çingeneler de kralı protesto ederler; ama onların yegane dertleri biraz daha ekmek. Bu esnada çingenelerin lideri olan kişi, özgürlük manifestosunu büyük bir heyecanla okuyan gencin yanına gider ve onun okuduklarına bakar, genci kavrar ve şöyle der: "Bu bir entelektüel; bunlar adama bir ekmek bile vermezler."
Toplumda farklı tabakaların hayata ve olaylara bakışı, her zaman farklı olmuştur. Bu farklılıkların öncelikle farkında olması gereken kişiler ise entelektüeller olmalıdır. Entelketüellerin Sokrates vari konuşmaları, işte "kurtuluş için bunların olması şart demeleri"nin her zaman hayatın içinde test edilmesi bir zorunluluktur. Çünkü teori ve fikirler hayata inince keskinliklerinden biraz irtifa kaybederler. Bir şeyin idealini söylemek başkadır; ama mesele "gel bunu uygulayalım" dediğinde ortaya çıkar. Bu sebeple "bir makarnaya oy satma"yı tasvip etmesek bile, ekmeğin gündelik hayatın içinde gizli iktidarlardan biri olduğu gerçeğini de akıldan çıkarmamak lazımdır.
Özgürlük ve ekmek, tarih boyunca bir çok değişimlerin sebebi ve başlatıcısı olmuştur. Özgürlük söylemine sahip çıkan öncü insanlar (alimler, entelektüel ve aydınlar vb.), bununla insanların hayatları boyunca ihtiyaçlarını karşılama ve onurlu bir yaşam sürmeleri için engelleri kaldırmak ister. Onun yaptığına bir anlamda, "balık tutmayı öğretmek" diyebiliriz. Yani zaten hakları olan ekmeği, başkalarının ona lütuf gibi göstererek vermesinin önünde engel olmak; onurlu, haysiyetli bir hayatın yolunu açmak için bunu yaparlar. Tarih boyunca peygamberlerin, ilahi mesaja dayanarak önce insanı özgürleştirmek üzere harekete geçtiklerini görebiliriz. Nihayetinde "müztazaf"lar dediğimiz geniş kitle, bir şekilde haklarını, onurlarını, haysiyetlerini savunmaktan aciz bırakılan; bir lokma ekmek için köleleştirilen kitleleri tanımlamaktadır. İşte bundan dolayı alimin, entelektüelin, aydının öncelikli fonksiyonu kişiye bir kere yiyip bitireceği bir ekmek vermek değil; o ekmeği ömür boyu insanlık haysiyeti ve onurunu koruyarak sahip çıkmanın yollarını göstermektir.
İşte tam da bundan dolayı, gündelik hayatın pragmatizmi alim, entelektüel ve aydında karşılık bulmamalıdır. Fakat meselenin en önemli kavşak noktası da burasıdır. Son cümle ile kastettiğimiz şey; pragmatizmin alim, entelektüel ve aydının düşünme ve eyleme mekanizmalarını belirlememesidir. Fakat alim, entelektüel ve aydının, kitlelere bigane kalması; söylediklerinin hep kenara düşmesi ise bir başka problemdir. Çünkü bir toplumda değişimi sağlayan, farkındalık yaratan temel faktör bu saydığımız öncü insanlardır. Bunların da bir pargmatizmin içinde boğulmakla topluma ilgisizlik arasında gidip gelen tavırları, problemin iki farklı boyutunu ortaya çıkarmaktadır.
Bugün sadece Türkiye değil, insanlık devasa sorunlarla karşı karşıyadır. Bizzat "insan" denilen bir varlığın sadece anatomi ve biyolojiden ibaret kalmasını isteyen dünya aktörleri, ruhumuzu, irademizi ve her şeyimizi alıp götürüyorlar. Geriye beden ve tüketimdem ibaret bir kitle bırakmak istiyorlar. Ekmek evet ama, prangalara mahkum eden bir ekmeğe hayır. Bunun farkındalığını oluşturmak ta, konformizmi bir an önce terk edip Kur'an'ın ifadesiyle "şehrin öbür tarafında koşup gelen" öncülere düşüyor.