Dolar (USD)
35.00
Euro (EUR)
36.79
Gram Altın
2974.68
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Ensar olabildik mi?

Dünya bir imtihan durağı. Geçip gidiyor günler, aylar, yıllar… Geriye dönüp baktığımızda neredeyse bir rüya âleminde yaşadığımızı sanıyoruz. Tutamıyoruz anıları, yaşanmışlıkları, bir su gibi akıp giden günleri…

On iki yıl nasıl geçti, o zorlu günler geliyor aklıma… Komşumuzun evinin alt katına Suriye’li bir aile gelmiş, iç savaştan kaçmışlar. Ev eski evlerden olduğu için beton zemine serilecek bir kilim, bir halı yok. Yeni doğan bebekleri için eşimle birlikte gidip beşik alıyoruz. Nasıl da heyecanlıyız. Kardeşlerimiz kaçıp gelmişler savaştan, işkenceden, zulümden. Onlara şimdi Ensar olabilmeli diye düşünüyoruz. Bu heyecanla koşturup duruyoruz. O aldığımız beşikte üç çocuk daha büyüdü.

“Size ne oluyor ki Allah yolunda ve ‘Rabbimiz, bizi halkı zalim olan şu ülkeden çıkar, katından bize bir sahip gönder, nezdinden bize bir yardımcı yolla’ diyen mustazaf erkekler, kadınlar ve çocuklar uğruna savaşmıyorsunuz?” (Nisa 75)

Biz savaşacaktık evet, bu iyilikle, vermekle, paylaşmakla gerçekleşecek bir savaştı. Onlar muhacirdi, biz Ensar olmuştuk işte. Yüzyıllardır bağrında nice milletleri barındırmış kutlu ülkemin güzel insanları Ensar olma şerefine nail oluyordu.

Coğrafya kaderdir, coğrafya kederdir, coğrafya zulümdür, coğrafya ihanettir. Bu ihaneti ve zulmü görmüş kendi ülkelerinde, faşizan ve diktatör rejimden kaçanlar ülkemize sığınmışlardı. Şimdi intihan zamanıydı. Verme, paylaşma zamanıydı…

“Allah’ın yardımı ne zaman?” çaresizliğiyle, işkenceler altında inleyen, kadınları iğfal edilen, çocukları ölü masum güvercinler gibi sahillere vuran bir halk soruyordu sanki…

Dualara duruyorlardı, Gazze ve Filistin halkının yıllardır yaşadıkları zulme eş bir zulümle artık yollara düşmüşlerdi. Gidecek bir kapı, sığınacak bir sıcak ev, dört duvar arıyorlardı. Bu arayışla kaç bot gömüldü Akdeniz’in soğuk, köpüklü sularına. Kaç mülteciye mezar oldu Akdeniz’in derin ve soğuk dalgaları. Sonra Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan kavi ve güçlü duruşuyla açtı kapıları zorda kalmış, zulme uğrayan kardeşlerimize. Zor zamanlar yaşadık, kabullenmek, birlikte olmak zordu. Ama biz hep paylaşan taraf olalım, veren el olalım istedik. Mazluma sıcak bir yuva, sıcak bir somun ekmek, sığınacak bir liman… Bizim mayamızda vermek, hami olmak, sarıp kuşatmak vardı…

Sıcak evlerde, kalorifer sıcağından kızarmış gürbüz çocuklarının gözlerine utanmadan bakan, bir acıklı film gibi tüm zulmü izleyenler de karşı duruyorlardı bu sığınan muhacirlere… Rahatları bozulsun istemiyorlardı, onların steril hayatlarının konforunu Suriyeli bir yetimin acılarına, çocuklarını kaybetmiş bir annenin eşsiz teslimiyet yüklü feryatlarına, bir babanın çaresizliğine, acılarına yer yoktu.

Şimdi kardeşlik sınavının en zor zamanlarında büyük bir imtihanın içindeydik. Müslümanım diyenler, kardeş sayıldıkları başka bir Müslüman ülkenin göçe mecbur kalmış, çaresizlik içinde çırpınan insanlarıyla sınavdaydılar.

“Allah’ın kulları kardeş olunuz!” (Müslim)

Efendimiz asırlar öncesinden sesleniyordu. Ahir zamanlarda, acımasız savaşların tam ortasında bu çağrı hangi yürekte yankı bulacaktı.

“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah’tan korkun, sakının. Umulur ki, rahmet bulursunuz.” (Hucurat – 10)

Kardeşlik neydi? Paylaşmak nasıl olmalıydı? Ensar olmayı biliyor muyduk?

Şimdi bu soruların cevaplarını çok net bir şekilde verebileceğimiz günleri yaşıyoruz. Zalim Esed rejiminin iç savaşından kaçıp ülkemize sığınan binlerce mülteciyle yaşadık on iki yıl boyunca. Bu yaşantımızda onlara nasıl davrandık, onlara nasıl muamele ettik?

Kimsenin yaşamayacağı buz gibi zemini olan, penceresi, camı olmayan izbe yerleri layık gördük onlara bazen. Bizim için ucuz iç gücü olan hazır insan kitlesi olarak baktık. En ucuz maaşı verdik yeri geldi. Hakir gördük, küçümsedik, bizden değiller diye kabullenmekte zorlandık. Niye memleketimize geldiler diye sorguladık.

Şimdi akın akın gidiyorlar yurtlarına. On yıldır Esed’ in cehenneme çevirdiği, dünyada eşi görülmemiş zulümlerin, katliamların işlendiği memleketlerine akın akın gidiyorlar. Asrın Auschwitz toplama kampını aratmayan işkenceler altında inim inim inlettiği bir halktı geride kalan. 60 yılı aşkın süredir zulümle yönetilen Baasçılık sona ermişti. İnsanlar yıllardır Sednaya cehenneminde, insan mezbahasında eşi görülmemiş, inanmakta zorluk çektiğimiz işkencelere maruz kalmışlardı. Yıllardır içeriden bir görüntü alınamamış, adeta bir sır gibi saklanın gizli cehenneme, kat kat yerin altına ulaşılmaya çalışılıyor günlerdir. Burası bir ölüm kampına dönmüştü. Gencecik kızlar iğfal ediliyor, insanlar pres makinalarında ölüme terkediliyorlardı. Bu işkenceleri öğrendiğimizde insanların neden ülkemize sığındığını daha iyi anlıyorduk. Binlerce kişi Emevi Camisinde Cuma namazını tekbirlerle eda ederken tarih yeniden yazılıyordu. Zor günler olacaktı elbet ama yaşadıkları bu zulümler kadar zor olamazdı hiçbir şey…

Suriyeli Müslümanlar, özgür Suriye’de güzel günler görürler inşallah. Vatan bir toprak parçası değildir elbet, vatan özgürlüktür, vatan sımsıcak bir yuvadır, vatan hor görülmemektir, vatan paylaşmaktır, vatan yaşamaktır doyasıya dolu dolu gökyüzüne bakarak incinmeden, hor görülmeden.

Şimdi yüreklice cevaplayalım, “bizler acaba Ensar olabildik mi?” İmtihandı yaşandı geçti ve şimdi başka imtihanların eşiğindeyiz. Belki de ateş topuna dönen coğrafyada, bağrımıza bastığımız bu mazlumların duasıyla ayakta kalabiliyoruz. Dört yanımız sarılmış savaşlarla, uyanık bir bilinç ve duyarlılıkla baktığımızda görüyoruz fırsat kollayanları, bizi alaşağı etmeye çalışanları.

Şimdi helalleşme zamanı. Kırdığımız kalpleri onarma zamanı. İnsanca, onurluca, mertçe dobra dobra hatalarımızla, eksikliklerimizle yüzleşme zamanı. Oysa paylaşamadığımız nedir ki, gelip geçici dünya durağında. Bizler de muhacir değil miyiz? Bizler de sahibi olduğumuzu sandığımız meskenlerimizi, beldelerimizi, memleketimizi bir gün bırakıp gideceğiz elbet. Geçici yurt ne zaman paylaşamadığımız bir yurda dönüştü. Oysa gerçek hayat, gerçek ve ebedi yurt bizi bekliyor.

Bizi bekleyen gerçek hayata acaba yüzü ak, zorlu imtihanlardan arınmış, tertemiz, selim bir kalp ile gidebilecek miyiz? Razı eden, razı olanlardan olarak, haksızlık etmeden, haksızlığa mahal vermeden gidecek miyiz? Sahibi değil de şahidi olduğumuz bir dünyada paylaşamadığımız nedir ey dostlar?

Şimdi bu soruyu soralım kendimize bir kez daha: “Ensar olabildik mi, kardeşçe, dostça davranabildik mi, insanca, erdemlice bakabildik mi gözlerine mazlumların?”