Engellerden kurtulmak!
Abdullah Bin
Revaha (r.a.); fedakârlığın, Allah yolunda dünyadan ve dünyaya bağlayan ne
varsa onlardan vazgeçmenin sembolü; şiirleriyle olduğu kadar, savaşlardaki
kahramanlığı, yiğitliği ve cesaretiyle de meşhur olan güzel sahabidir.
Medine'de
maruf ve meşhur iki büyük kabileden biri olan Hazrec kabilesine mensup bir
zattır. Efendimiz (a.s.) Birinci Akabe Biatı’ndan sonra Medine'yi Münevvere’den
gelen Müslümanların; “Bize Kur'an'ı öğretecek İslam'ı, Allah'ın Kitabını
öğretecek bir muallim, bir mürşit, bir öğretmen, bir davetçi gönder” talepleri
üzerine Musab Bin Umeyr'i göndermişti. Mus’ab, öyle çalışıyor öyle gayret
ediyordu ki Medine-i Münevvere’de Kur'an'ın ulaşmadığı, İslam'ın konuşulmadığı,
Muhammed Mustafa (a.s.)'ın bahsedilmediği bir ev kalmamıştı. Kısa bir süre
içerisinde Musab’ın vesile oluşuyla Müslüman olan sahabilerden bir tanesi de
Abdullah Bin Revaha (r.a.)’dır.
Mus’ab b.
Umeyr, Abdullah b. Revaha’ya Kur'an ayetlerini okuyunca Abdullah “Bu asla bir
beşer sözü olamaz!”diye karşılık vermişti. Daha sonra İkinci Akabe Biatı'nda
Peygamber Efendimiz (a.s.)’a Medine'den gelerek biat eden 75 kişinin içerisinde
Abdullah Bin Revaha da vardı. Efendimiz (a.s.)'ın yanına geldiler; O’na biat
ettiler. “Ne üzere biat edeceğiz ya Resulallah?” dediler. Efendimiz (a.s.)
onlara “‘La ilahe illallah MuhammedurRasulullah’ Allah'tan başka yaratan,
yaşatan, rızık veren, ibadete layık bir varlık kabul etmeyeceğinize, Benim de O’nun Resulü olduğuma ve canlarınızı
koruduğunuz gibi beni de koruyacağınız üzerine biat edeceksiniz” dedi. Abdullah
b. Revaha bir soru sordu “Ya Rasulallah! Dediğini yaparsak; sana bu şekilde
biat edersek bize ne vaat ediyorsunuz?”
Bunu
sorarken beklentisi; dünyevi vaatler, makam ve mansıplar değildi elbette.
Efendimiz (a.s.) “Bu şekilde biat ederseniz size cennet var” buyurmuşlardı.
“Allah,
Müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında cennet vermek üzere satın
almıştır.” (Tevbe, 111)
Yani
canınızı ortaya koyarsanız, malınızı ortaya koyarsanız, Allah'ın rızasını kazanmak
hedefiniz olursa, O’nun için hem yârdan hem serden vazgeçebilirseniz
karşılığında cennet vardır.
Allah'ın
rızasını kazanmak, cennete koşmak için dünyadan, maldan makamdan mansıptan
vazgeçtiğini gösteren en güzel örnek onun şehadetine şahitlik eden, şehit
oluşunun gerçekleşmiş olduğu Mu’te destanıdır.
Hicretin 8.
yılında Efendimiz (a.s.) çevre şehirlere, ülkelere gönderdiği gibi Busra
hükümdarına da sahabiden Haris b. Umeyr ile bir davet mektubu gönderiyor. Davet
mektubunu getiren Haris b. Umeyr (r.a.), bugünkü Ürdün sınırları içerisinde
bulunan Mu’te valisi Şurahbil bin Amr’ın adamları tarafından derdest ediliyor
ve idam ediliyor. Suçsuz yere, ölümü hak edecek herhangi bir cürüm
işlememişken, elçi öldürülüyor. Efendimiz (a.s.), sahabesi O’nu koruduğu gibi O
da sahabeyi öyle korurdu. Bunu duyunca hemen Mu’te’ye gitmek ve şehit edilen
arkadaşlarının hesabını sormak üzere bir ordu hazırlanmasını emretti. Ordu
hazırlandı ve yola çıkacakken Efendimiz (a.s.) orduya daha önce yapmadığı
şekilde bir tayin usulüyle komutan seçti:“Ordunun komutanı Zeyd BinHarise’dir.
Eğer Zeyd’e bir şey olursa komutayı Cafer Bin Ebi Talip alacaktır. Eğer Cafer’e
bir şey olursa Abdullah Bin Revaha komutayı alacaktır. Eğer Abdullah'a da bir
şey olursa o zaman aranızda bir komutan seçin” diye emretti. Sahabe-i Kiram
diyor ki: “Biz Abdullah'ın da içerisinde bulunduğu üç arkadaşımızın şehit
olacağını o zaman anladık. Çünkü bir
orduya birden fazla komutan tayin etmek Efendimiz'in (a.s.) yaptığı bir şey
değildi.”
Gidiyorlar.
Yüz bin civarında askerden oluşan Bizans ordusu ile karşılaşıyorlar. Zeyd şehit
oluyor. Efendimiz (a.s.) Mescid-i Nebi’de sanki karşısında bir televizyon
ekranı varmış da savaşı izliyormuş gibi olanları anlatıyor: “Zeyd şehit oldu,
cennete gitti” diye haber veriyor. “Sancağı Cafer aldı. Cafer’in sancağı tutan
kolu kesildi. Diğerine aldı o kolu da kesildi. Aldığı darbelerle Cafer de şehit
oldu.” Efendimiz (a.s.) “Allah (c.c.) Cafer’in kesilen iki koluna karşılık iki
kanat takmıştır. Cafer’i cennette uçarken gördüm” diyor. Daha sonra Abdullah'a
gelince Efendimiz (a.s.)'ın biraz durakladığından bahseder kimi kaynaklarımız.
Abdullah, kendisinden önce komutan tayin edilen iki arkadaşının şehit olduğunu
görünce şöyle bir müddet “Onlar gitti. Öldüler, şehit oldular. Ben de gidersem
bende öleceğim” diye bir tereddüt ettiği sonra toparlandığı; elinde güç
toplamak üzere yediği kurumuş et parçalarını fırlattığı ve “Seni senden önceki
arkadaşlarının gittiği yere gitmekten alıkoyan nedir?” dediği, “Eğer
bahçelerimse bahçelerimi vakfettim, bağışladım. Kölelerim ise onları azad
ettim, hürriyetlerine kavuşturdum. Eşimse boşadım.” gibi cümleler kurarak
savaşa giriştiği ve şahadet şerbetini içtiği anlatılır.
Bizim de
elimizi, ayağımızı tutan, bacağımıza yapışan, eteğimizden dünyaya çeken ne
varsa Rabbimizin rızasını kazanmak için Abdullah'ın kurtulduğu gibi onlardan
kurtulmalı, mutlaka ve mutlaka cennete namzet bir hayat yaşamanın çabası ve
gayreti içerisinde olmalıyız.
Cenab-ı Hak Teâla Hazretleri, Abdullah Bin Revaha’nın hayatından hayatımıza bu güzelliklerin taşınmasını nasip eylesin…