Engeller-engelliler-engelleyenler
Kimsesiz bir kimse yok herkesin var kimsesi
Kimsesiz
kaldım medet ey kimsesizler kimsesi
(Avnî)
ENGELLİ olmak, engel değildir. Engeller, engelliler için
engel değildir. Engellilik, bir insanın doğuştan ya da sonradan
karşılaşabileceği bir durumdur. Bu yönüyle engellilik, insanlık tarihi kadar
eskidir. Engelli insanlar açısından bakıldığında Batı dünyasının karnesi hiç de
iyi değil. Batının engellilere olan tutumu Antik Yunan döneminden 20. yüzyılın
son çeyreğine kadar ızdıraplarla doludur. Yakılma, suya atılma, yüksekten
atılma gibi çeşitli öldürülme şekillerinden tutun da pazarlarda satılmalara,
kötü işlerde kullanılmalara, eğlence alanlarında oynatılmaya kadar maalesef hiç
de iç açıcı değildir.
Kaynaklardan
öğrendiğim kadarıyla Osmanlı devletinde engellilerin toplumdan dışlanmadıkları
ve onların istihdam noktasında farkedildikleri anlaşılmaktadır. Örneğin âmâların
bir kısmı Kur’an hafızlığı yapmıştır. Musikî yolu ile de geçimlerini temin
edenler olmuştur. Bunların hiçbiri dışlanmamış, toplum bünyesindeki varlıkları
da normal karşılanmıştır. Daha ötesi, âmâların günlük yemek ihtiyaçları
imaretler vasıtası ile giderilmiştir. Osmanlı kuruluş dönemlerindeki İzmit
İmarethanesi (1336), İznik Hacı Hamza İmarethanesi (1345), Nilüfer Hatun
İmarethanesi (1389) bunlardan sadece birkaçıdır. Osmanlı’da engellilerin
tedavisi, rehabilitesi ve topluma katılımları için çeşitli yollara
başvurulmuştur. Bu bağlamda bazı yerlerde camilerin yanına bîmarhaneler
yaptırılmıştır. Bunun yanında tedavileri ve rehabiliteleri yapılmıştır.
1484-1488 arasında Edirne’de inşa edilen II. Beyazid Bîmarhanesi/Darüşşifası
bunun en tipik örneklerinden birisidir. Sonra Osmanlı saraylarında padişahın en
yakınındaki kişilerin dilsizlerden oluştuğunu öğreniyoruz. Saray’daki sultan da
dahil olmak üzere birçok erkek ve kadın bu işaret dili ile iletişim
kurabilmişlerdir.
Asıl soru
ne? Engelli mi olmak, yoksa engellenen mi ya da engelleyen mi? Neden engelli
deriz? Engelleri olduğu için mi? Yoksa engelleri olduğunu sözde kanıtladığımız
kişileri engellediğimiz, hor gördüğümüz, yok saydığımız için mi? Sonra engel,
bedenimizin neresinde? Engel maddi mi manevi mi? Sosyolojik mi, psikolojik mi?
İşte konuya buradan baktığımız zaman hepimiz bir şekilde engeliz, engelliyiz,
engelleyeniz dostlar. Cemil
Meriç: Dil, tarih, edebiyat, felsefe ve sosyoloji başta olmak üzere, sosyal
bilimlerin birçok alanında araştırma yapıp yazılar kaleme almış büyük düşünce
adamı. Meriç, görme engelliydi fakat engelli değildi. Sesini yüzyıl sonrasına
duyuran Aşık Veysel Şatıroğlu, büyük Türk halk ozanı Şatıroğlu gibi sesini bize
kaç insan duyurabildi. Beethoven
47 yaşında işitme problemleri yaşamaya başlamış ve 1817’de tamamen sağır
olmuştu. Bu dönemden sonraki engeli müzik yaşamını hiçbir şekilde etkilememiş
ve 9. senfoniyi işitme yetisini tamamen kaybettikten sonra bestelemişti.
Beethoven engelli miydi? Gültekin Yazgan, hukuk fakültesi mezunuydu. Türkiye
Görme Engelliler Kütüphanesi'nin kurucusuydu. Görme engelliler öğretmeni ve bir
yazar olan Yazgan, ikisi de profesör statüsünde iki psikolog yetiştirmiştir.
Yazgan’ın engeli neydi?
Mazaret
tanımadığımız zaman engelleri azaltabiliriz dostlar. Eğer gözümüz görmüyor,
kulağımız işitmiyor ise kalbimiz de mi atmıyor? Zindanlarda kanını mürekkep
yapıp kitap yazan insanların olduğu şu dünyada hangi engele takılabiliriz ki?
Kalbimiz durduğunda, vicdanımız sustuğunda, inancımız kaybolduğunda durmak
zorunda kalabiliriz belki. Sırtladığı yükü yuvasına götüren karınca
karşılaştığı tümseklerden, çukurlardan yılmaz. Yolumda engeller var, demez. Zengin
ya da fakir, meşhur ya da unutulmuş bir kimse olsun, herkes bu hayatta kendi
ruhsal büyüklüğü ölçüsünde geçit vermez dağlarla mutlaka yüzleşecek. Kendine
“engel” sensin. Engel olma fırsat ver.