Enflasyon ve eğitim
Enflasyon, bir ülkenin ekonomik sağlığının en
önemli göstergesidir. Öte yandan eğitim, toplumun sosyal ve ekonomik
kalkınmasında en kritik bir role sahip aktör olarak karşımıza çıkar.
Pek çok ekonomist ve sosyolog, bu iki kavramın birbiriyle sıkı sıkıya
bağlantılı olduğunu iddia eder. Peki, bu iddianın gerçeklik payı nedir? Bu
yazımızda, enflasyon ile eğitim kalitesi arasındaki ilişkiye değineceğiz.
Enflasyon, bir ekonomide genel fiyat seviyesinin sürekli ve belirgin bir şekilde
artması durumudur. Bu durum, özelikle tüketicinin satın alma gücünün azalmasına
neden olur. Yani en basit ifadeyle tüketiciyi ve dolayısıyla ülkeyi
fakirleştirir. Bu fakirleştirme girdabında ekonominin genel performansı
bozulur, bireylerin yaşam standartları aşağı yönlü hareket eder nihayetinde de
bulaştığı ülkenin sadece ekonomisini değil genel ahlak seviyesinden toplumsal
mutluluğuna kadar her şeyini olumsuz etkiler.
Diğer yandan özellikle sanayi devriminden buyana elimizdeki veriler bizlere bir
ülkede eğitim kalitesi ne kadar yüksekse, o ülkenin ekonomik gelişiminin de o
denli yüksek olduğunu, ülke ekonomilerine adeta bir virüs gibi buluşan
enflasyonun da o denli düşük olduğunu gösteriyor.
Peki, bu iki kavram arasında doğrudan bir ilişki var mıdır? Genel olarak
bakıldığında, eğitim düzeyi yüksek ülkelerin ekonomik olarak daha stabil,
inovatif ve rekabetçi oldukları, dolayısıyla ekonomilerindeki fiyatlar genel
seviyesi üzerinde de bu güçlerinden ötürü ciddi derecede kontrol
sağlayabildikleri görülmektedir.
Örnek olarak Finlandiya, Kanada ve Almanya gibi ülkeler hem eğitim
sistemlerinin kalitesiyle hem de uzun yıllardır düşük seyreden enflasyon
oranlarıyla karşımıza çıkmaktadır.
Evet, eğitimli bireyler, sadece üretim açısından değil ekonomik tercihleri
açısından da enflasyonun düşük kalması hususunda etkilidirler. Ekonomik
kararlarını daha bilinçli bir şekilde alabilirler. Bu da, tüketici ve yatırımcı
davranışlarının daha öngörülebilir olmasına neden olabilir ve dolayısıyla
ekonomik istikrarı destekler.
Ülkemize gelecek olursak ne yazık ki eğitim sistemimiz ekonomimiz açısından
gerek üretim tarafında gerekse karar alıcıları yetiştirme konusunda istenilen
düzeyde değil. PISA sınav sonuçlarına baktığımızda Türkiye, matematik, fen ve
okuma becerilerinde OECD ortalamasının altında kalıyor. Bu durum da ülkemizin
hedeflerine ulaşmada ihtiyacı olan insan kaynağını ulaşmasında ciddi
problemlere sebep oluyor.
Sadece bizde değil, dünyanın tüm eğitim konusunda başarı sağlayamayan ülkeleri
yüksek enflasyonla mücadele ediyor. Bugün hiper enflasyon yaşanan ülkelerin
tamamı teknoloji çağının eğitim gereksinimlerine ayak uyduramayan
ülkeler. Bunun tesadüf olamadığı çok açık. Yine dünyanın en güçlü ve en düşük
enflasyon oranlarına sahip ekonomilerine sahip ülkelerin de eğitimde ilk
sıralarda yer alanlar olması tesadüf değil.
Çok ciddi bir eğitim reformuna ihtiyacımız var. Öyle ki bu mesele bir milli
güvenlik meselesi haline gelmeli, yola çok ciddi bir irade ile çıkılmalı, hem
orta hem de yüksek öğrenimde aynı hassasiyet gösterilmeli.
İlk olarak üniversitelerin akademik ve idari özerklikleri, bilimsel özgürlük ve
yaratıcılığı desteklemesi için güçlendirilmeli. Bu, üniversitelerin daha etkin,
yenilikçi ve esnek olmalarını sağlar. Bu kurumların üzerindeki 1980 darbesinden
kalma vesayet enstrümanlarının kaldırılması gerekiyor.
Hemen ardından üniversitelerde Ar-Ge bütçesi artırılmalı. Türkiye'nin toplam
özel sektör, kamu ve diğerleri Ar-Ge bütçesinin sadece Samsung firmasının
Ar-Ge'si kadar bile olmadığını düşündüğünüzde ne kadar geri kaldığımızı anlamak
çok kolay. Üniversitelerin Ar-Ge bütçesini varın siz düşüşün. İnternetten
araştırıp dünyanın iyi eğitim kurumlarıyla karşılaştırdığınızda canınız çok
sıkılacak. Bu Ar-Ge işi ile özel sektörle işbirliği meselesi at başı yürütülmeli
ve geliştirilmeli. Özel sektörle senkronizasyon sağlanmazsa dostlar alışverişte
görsün işine döner ve beş kuruşluk katma değer olulmaz ne yazık ki. Akademiden
pazara doğru ürünlerin çıkması için özel sektörün mihmandarlığı olmazsa olmaz.
Bir başka husus da yüksek öğrenim kurumlarının, klasik değişim programlarının
dışında daha fazla uluslararası üniversiteyle işbirlikleri ve değişim
programları oluşturması meselesi. Bu, öğrencilere ve akademisyenlere küresel
bir perspektif kazandırma açısından çok önemli. Fakat bu programlara seçilecek
öğrenciler hususunda çok dikkatli olunmalı. Tanzimatta bizim devletimiz
Japonların ise şirketleri Batı'ya öğrenci gönderdi. Bizimkiler şair ya da
devrimci, onlarınkiler ise Japonya' nın dev şirketlerini kuran mühendisler ve bilim
adamları olarak döndü. O sebeple gidip gününü gün edecek meselenin ağırlığının
farkında olmayan aklı bir karış havada gençleri değil, doğrudan üniversite-özel
sektör iş birliğinde kendine yer bulmayı başarmış, kendini işine adayacak ve
mezun olur olmaz bu programlara aracılık edecek şirketlerde işe başlayacak
akıllı gençler tercih edilmeli, dönüşlerinde de tecrübelerinden faydalanıp
üniversitelerimizin eksik yanları varsa tamamlanmalarında aktörler olmaları
sağlanmalı.
En önemli hususlardan biri de yüksek öğrenimde müfredat, küresel trendlere ve
iş dünyasının ihtiyaçlarına uygun olarak güncellenmelisi meselesidir. Bu husus
çok can yakıcıdır. Halen daha bir asır öncesinin kafalarının diktelerinde
eğitim verilmeye çalışıyor. Yazılan kitaplar bir yıl sonra bile güncelliğini
koruyamazken üniversiteler bir çok bilim dalında seksenlerin doksanların
kitaplarını öğrencilere dayatıyor. Böyle olmaz!
Öğretim elemanlarının seçiminin ve eğitiminin çok daha titiz bir şekilde
yapılması hususu da ayrıca önem taşımakta. Sürekli eğitim programları ile
akademik kadronun güncel bilgilerle donatılmasının sağlanma ise bu hususun
mütemmim cüzüdür. Pek tabi burada bu akademisyenlerin ilk olarak bilim
üretebilmeleri için öncelikle maddi kaygılarının ortadan kaldırılması zorunluluğu
var. Elektrik, su, doğalgaz faturası düşünüp gece yanağında dört dönen adam
bilim üretmez. Instagramdan tshirt satan bir adam akademisyenden daha iyi para
kazanıyorsa o ülkenin parlak zekalarını bilim üretmeye ikna edemezsiniz. Başka
iş bulamayan garanticiler akademik kadrolara doluşur. Dostlar alışverişte
görsün bilimi oluşur. Öyle de oldu zaten...
Gelelim öğrencilerin başarı değerlendirmelerine. Sadece sınav odaklı olmaktan
çıkarılmalı ve proje bazlı, uygulamalı değerlendirmelere ağırlık verilmeli, teorik
bilginin yanı sıra, öğrencilere pratik beceriler kazandıracak staj ve uygulama
programlarının önemi artırılmalıdır. Başka türlü sınavdan sınava ezber yapılır,
sınavdan iki hafta sonra ömür boyu lazım olacak bilgiler uçar, gider...
Tabiki bitmedi. Mezun olan ve hali hazırda okumaya devam eden öğrencilere,
kariyerleri boyunca güncel kalmaları için eğitim olanakları da sunulmalı,
dijital eğitim araçları ve online kurslara yatırımlar yapılarak her türlü
eğitim daha erişilebilir hale getirmeli. Bugün karşımızda Udemy gibi bir
gerçeklik var. Tek kelimeyle dünyanın pratik hayata en uygun ve en büyük
üniversitesi. Faydalanmak, örnek almak ve ülkemize mikro/makro tarzda uyarlamak
lazım.
Yazımı bu işleri beceren ve enflasyon oranları çol düşük olan ülkeleri eğitim
alanında öne çıktıkları alanları sıralayarak tamamlamak istiyorum. Hep beraber
bir göz atalım.
Finlandiya: Eğitim kalitesi konusunda dünyanın en başarılı ülkelerinden biri
olan Finlandiya, öğretmen eğitimi, öğrenci değerlendirmesi ve öğrenci merkezli
eğitim yöntemleriyle tanınır.
Almanya: Mesleki eğitim ve çıraklık sistemiyle bilinen Almanya, teorik bilgiyle
pratik becerileri birleştiren bir eğitim modeli sunar. Bu, öğrencilere
kariyerlerine başlamadan önce gerçek dünyada deneyim kazandırır.
Singapur: Singapur, yüksek öğrenimde mükemmeliyetçilik, öğrenci değerlendirmesi
ve öğretim kalitesiyle tanınır. Ayrıca, üniversite-sanayi işbirliğine büyük
önem verir.
Hollanda: Hollanda, problem tabanlı öğrenme yaklaşımıyla tanınır. Bu yaklaşım,
öğrencilere gerçek dünya problemlerini çözme becerisi kazandırır.
İsviçre: İsviçre, yüksek öğrenimde araştırma ve inovasyon konusunda liderdir.
Aynı zamanda, mesleki eğitimde de oldukça başarılı bir modeli vardır.
Kanada: Kanada, uluslararası öğrencilere ev sahipliği yapma kapasitesi,
çokkültürlülük ve yüksek öğrenimde kaliteyle tanınır.
İsveç: İsveç, öğrenci merkezli eğitim, öğretmen eğitimi ve yüksek öğrenimde
inovasyon konusunda öne çıkar.
Avustralya: Avustralya, dijital dönüşüm ve online eğitim konularında öncüdür.
Aynı zamanda, uluslararası işbirlikleri ve değişim programlarına büyük önem
verir.
Bu ülkelerin her biri, yüksek öğrenimde belirli alanlarda başarılı uygulamalara
sahiptir. Türkiye, kendi ihtiyaçlarına ve hedeflerine uygun olarak bu ülkelerin
deneyimlerinden yararlanabilir ve en iyi uygulamaları kendi eğitim sistemine
entegre edebilir.
Bu önerilerle ortayanatılan hususlar elbette
yıllar içerisinde tamamlanabilecek ve demlenip oturacak reformlar. Elbette kısa
vadede bizi enflasyon belasından kurtarmaz. Ama böyle bir eğitim sistemi
kurabilen ülkelerin, dünyayı değiştiren katmadeğerli ürünleri ortaya çıkaran
ülkeler olmaları, en büyük finansal kuruluşlara ev sahipliği yapmaları,
dünyanın en değerli firmalarına sahip olmaları, en yüksek refah
seviyelerini yakalamaları ve tamamında yıllardır düşük enflasyonla yola devam
etmeleri düşünüldüğünde uzun vadede sağlam bir ekonomi ve düşük enflasyon için
olmazsa olmaz hamleler olduğu ortadadır.
Tüm bunları değerlendirdikten sonra yazıyı şu soruyla bitirelim ozaman: Elin
oğlunun yaptığını biz neden yapamalayalım?