En zor veda
BAŞTAN söyleyeyim, bugünkü konumuzun sporla uzaktan yakından alâkası yok. Hayatımda ilk defa bir yazıyı kaleme alırken ruhum ve tüm bedenim titriyor...
***
Bir çocuk düşünün henüz ilkokula gidiyor. 10 yaşında bile değil. Babası gazeteci, zor görüşüyorlar.
O zamanlar teknoloji bu kadar ilerlememiş. Şimdilerde bir iki dakika yapılan işler o zamanlar saatleri alıyor. 90’lı yılların başından bahsediyorum. Hasretin bu denli büyük olmasının sebebi de bu...
Baba işten geç çıkıyor. Çocuğun ise okulu var, erken yatması gerekiyor. O yatıyor, babası geliyor. O okula giderken de babası uyuyor...
Birbirlerini sadece uykuda görüyorlar…
Çocuk okuldan çıkınca babasını görmek için Fatih’ten Topkapı’ya gidiyor…
Okul tatil olunca da yanından ayrılmıyor…
Çocuk, bu sıkıntıyı gördüğü için gazeteci olmayı aklının ucundan bile geçirmiyor...
***
Baba özlemini gidermek için gazeteye gidişler sıklaşıyor. Henüz lisede okurken gazetenin genel müdürü, “Ne kurcalıyorsun bilgisayarı” diye sorunca, o da kurcalamayıp, orada iş yaptığını söylüyor. Ardından kader ağlarını örüyor. Adım adım o da gazetecilik mesleğinin içine düşüyor. Bizim ufaklık okulları bitiriyor, bu kez profesyonel olarak mesleğe “merhaba” diyor...
***
Artık baba özlemi sona ermişti. Çünkü çok sevdiği babasının aynı zamanda mesai arkadaşıydı. Çocuklukta ondan öğrendikleriyle hayatını idame ettirmeye başlamıştı. Tam 10 yıl beraber aynı serviste ter dökmüşlerdi. 2009 yılının ortasında artık mesai arkadaşlığı sona ermişti…
***
Gazetecilikten emekli olan Baba, artık torunları için vaktini harcamaya başlıyor. Bizim çocuk ise çalışmaya devam. Yıllar süren bu muhabbet 5 Mayıs Çarşamba günü noktalanıyor. Bizim çocuk babasını “Sonsuzluk Yurdu”na uğurluyor. Kolay değil; aynı anda hem arkadaşını, hem ustasını, hem de babasını kaybediyor...
***
Hasret bu kez ciğerimi dağlıyor. Hakkını helal et BABAM, hakkını helal et ustam...
Mekanın cennet, makamın âlî olsun...