En etkili ebeveyn
‘Kendi olma’ ayrıcalığının zorluklarını bırakıp ‘herkes gibi olma’nın konforuna alışalı oldukça uzun zaman oldu. Modern dünyanın cezbedici araçları sayesinde herkes gibi olmanın ideal ve normal bir şey olduğuna inandırılan herkes, zerk edilen zehrin damarlarında özgürce dolaştığına aldırış etmeden kendine ait bir hayatı yaşadığını zannediyor. Fakat yaşanıyor olduğu zannedilen bu hayat, vücutça kabul edilen zehrin dozajına göre beden ve ruh için bir felaketi de beraberinde getiriyor: Kendi olmayan bedenimiz dört tekbirli cenaze namazı sonrası toprağa gömülürken, ruhumuz diriliş şiirlerini unutmanın utancını söylediği şarkılarla bastırmaya çalışıyor.
Herkes gibi olmayı dert
edinmeyenlerle kendiliği ile var olmuş bir milletin evlatları olduğunun
farkında olamayanlar, kendilerini kendinden uzaklaştıran araçlara sımsıkı sarılarak
teskin olmaya çalışıyor. Hal böyle olunca bu araçlardan biri -hatta en önemlisi-
olan sosyal medya ve onun kendini kaybetmiş fenomen figürleri, bu alandaki
boşluğu fütursuzca dolduruyor.
Küresel şebekeler
tarafından sınırlamaya tabi tutulmaksızın sosyal medyanın hizmetine ve emrine
verilen teknoloji, insanları birbirlerine tıpa tıp benzeyen, aynı şeylerden
hoşlanan ve zevk alan kitleler haline dönüştürmede en önemli rolü üstleniyor. Sahip
olduğumuz veya olmayı istediğimiz her şey ihtiyaç olup olmadığına aldırış
edilmeksizin ‘haz’ algısı üzerinden pazarlanıyor. Haz, çağımız insanının
kendini kaybetmesi için en etkili ve motivasyonu yüksek uygulamalardan biri
olarak dikkat çekiyor.
İnsan ruh ve bedeninin haz
düşkünlüğü üzerinden bile isteye tahrip ve tahrif edilmesini, akabinde nadasa bırakılmasını,
haz düşkünlüğünün yüksek getirili pazarı mümkün kılıyor. Bütün bunlar
yaşanırken kendisi çözünmeyen fakat kendisine dışarıdan iliştirilen her şeyi mutlaka
çözündüren tabiat, insanların okumadığı bir kitap olarak karşımızda sabırla bekliyor.
Tabiatın diriliş için zaman
kaybettiren bu sabırlı hali (!) insanları hızlı bir şekilde çözündürmek isteyenlerce
yeni araçların sahaya sürülmesine sebep oluyor. Sosyal medyada görünürlüğü
yüksek olan fenomenlerin düşük görünürlüklü insanları toplumsal olarak çözündürmek
için çabalaması da bu araçlardan biri. Kendi telefonu ve kendi hayatı olmasına
rağmen neyi nasıl paylaşacağını, yaşayacağını hatta nasıl düşüneceğini dahi bilmeyen
bir kitle çoğunluğun menfi tahakkümü altında ezilirken; toplumun diğer kesimi
de ahlaki mevzularda yapamadığı mahalle baskısını sosyal medya uygulamaları
üzerinden yaparak aynı şebekenin faaliyetlerine çanak tutuyor.
Dine, gelenek-göreneklere
aykırı olmasına aldırış edilmeksizin ya da bunlara uygun olduğunun bir önemi
yokmuşçasına tamamen trendler üzerinden ve fenomenler eliyle ciddi bir dönüşüm
yaşıyoruz. Kendi toplumsal kurallarımızdan daha çok onların kurallarıyla
yaşıyor, onların güldüklerine gülüyor, onların sevdiklerini seviyor ve onların
aldıklarını biz de almak istiyoruz. Dahası çocuklarımızda görüp yadsıdığımız,
“nereden çıktı bu dediğimiz” bize yabancı olan değer yargıları onlar eliyle
oluşuyor. Karşımıza zorunlu bir örnek olarak konulan fakat ne konuşmasını ne
dinini ne de değerlerimiz bilmeyen bu fenomenler ilginç bir şekilde en çok çocukları
hatta düşünme melekeleri gelişmemiş bebeklerimizin zihinlerini hedef alıyor.
Bizi nasıl bir istikbal
beklediğinin vahametini anlayamasak da yapılan kamuoyu araştırmaları çocuklarımızın
en çok youtuber’lardan etkilendiği gerçeğini ortaya koyuyor. Youtuber’ların
etkili birer ebeveyn olduğu toplumların istikbalini Batı’ya bakarak görmek
mümkünken, biz tehlikeli bir sosyal deney yapmakta hala ısrar ediyoruz. Bu inadımızın
tek faydası, çocuklarımızın başka ülke çocuklarına ne kadar çok benzediğine
sevinecek kadar kendimizi kaybetmiş olduğumuzu bize hatırlatmasıdır.