En büyük milliyetçi benim seçimi!
28 Mayıs, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu bugün yapılacak. Türk siyasi hayatında daha önce hiç yaşanmamış bir seçim deneyimi olacak.
Türkiye'nin kendi başkanlık sistemini onaylayacağı, seçim
tecrübesinin ve farklılıklarıyla çok tartışıldığı bir seçim olarak tarihe
geçecek.
Son iki hafta;
analitik düşünme yerini kutuplaştıran, ötekileştiren uç çizgilere bıraktı.
Milliyetçiliğin seçimine dönüşen bu kısır döngü, iki isim üzerine odaklanınca
partilerin rotaları ve pazarlıkları adres değiştirdi. Seçimin ilk dönemlerinde,
bu seçimin kilit seçmeni Kürtler kabul görürken iki hafta içinde tüm söylem ve
eylemler farklılaştı…
Siyaset ilke ve prensipler yerine, siyasi çıkar odaklı
pragmatist bir arenaya dönüştü. Kendi siyasi okumam adına bu iki isim “ Sinan
Oğan ve Ümit Özdağ” iki ittifakında gönlünü kırmayarak “ne şiş ne kebap
yanmasın” diyerek taraf seçecekler demiştim. Ve öyle de oldu.
Siyaset denklemi, kazanan ve kaybeden üzerine kuruludur.
Arada kalanlar paylarına düşen avantadan nasiplenenlerdir. Bir de kendi seçim
öngörüsü zayıf olup yarışa girmeden kaybedenler vardır. Bu seçiminde en büyük
kaybedeni “ HDP /YSP üzerinden Kürtler oldular. İdealizm ve realizm arasında sıkışarak,
reel siyaseti okuyamamanın ferasetsizliği
içinde kalarak, tarihi bir adımı
yeniden kaybettiler.
HDP /YSP Cumhurbaşkanı adayı çıkarmaması, siyasi denklemden
tasfiye olması sonucunu doğurdu.
Bu sayede 2. turun anahtarı “Türk Milliyetçiliği” ve
sığınmacı düşmanlığı oldu.
Kürtlerin sahipsizliği ve onlar adına siyaset yapanların
beceriksizliği yüzünden Özdağ gibi biri, birkaç oyla Kürtlerin 10-15 milyon
oyuna bedel olduğunu gösterdi.
Bu tamamen Kürtler adına siyaset yapanların öngörüsüzlüğü.
Kürtler şapkalarını önlerine koyup düşünmeliler; neden vebalı muamelesi
görüyorlar? Tüm ittifakların birbirlerini ispat ve ikna ettikleri tek geçerli
mevzu Kürtler…
Seçim meydanların belki de en büyük hesaplaşma ve iddialaşma
konusu “göç” politikasıydı.
Türkiye’nin siyasal ve sosyal gerçeği olarak, sığınmacı ve
göç sorunu yaşadığımız tartışmasız en önemli sorun. Lakin sorunu çözme metodu
tartışılabilinirdi. İnsani, vicdani ve İslami baktığımızda metodolojimiz
farklılık gösterebilir. Sığınmacılar gibi insani bir dramı siyasi pazarlık
konusu yapmak büyük bir utanç.
AK Parti ilk günden, sığınmacılara “Ensar ve muhacir “ diyerek
kucak açtı. Adı üstünde “sığınmacı“ size sığınmış çaresiz demek. Belki de artık
bu uzun ev sahipliği süresini doldurmuş olabilir. Bu insani dramı iç siyaset
malzemesi yapmak büyük Türkiye ufkuna yakışmıyor.
AK parti, siyasi yolculuğuna başladığında üç önemli kırmızı çizginin altını çizerek yol almıştı.
Etnik milliyetçilik, bölgesel milliyetçilik ve dinsel milliyetçilik.
** Erdoğan’ın söylemiyle; “Biz etnik unsura dayalı
milliyetçiliği kabul etmiyoruz. Bunlar ülkemizi ayrımcılığa götüren sıkıntılı
bir anlayış, yaklaşım tarzıdır. Bu ülkede ne kadar farklı etnik unsur varsa
beraber kucaklaşmalıdır”
Erdoğan, “İnsanı kategorilere tabi tutamazsınız. Çünkü insan
Allah'ın yeryüzündeki eseridir ve merhameti hepsine de aynıdır. Bize ne oluyor
ki biz kategorilere ayırıyoruz. Burada böyle bir milliyetçiliğe asla gidemeyiz,
gitmemiz yanlış olur” dedi.**
AK Parti’nin, rehber edindiği sistem “Medine vesikasıydı”
Ümmet anlayışıyla, hangi milletten, dinden olursa olsun bu toprakların asli
unsurlarıydılar. Yüzyıllarca Osmanlı bu anlayışla bu coğrafyayı yönetmişti.
Osmanlı bakiyesi olan Türkiye içinde çok farklı dil, din ve etnik kimlik
barındıran büyük bir zenginliğe sahip olup bu zenginlikten beslenmesi gerekirken,
çatışmacı, kutuplaştırıcı ve ötekileştiren çizgiye asla gelmemelidir. Biz hep
birlikte büyük Türkiye’yiz.
Bu seçimin kazanı büyük Türkiye olsun.