"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!.."
Doğruluk, müslümanın en temel
özelliklerindendir. Allahü Teâlâya gerçek anlamda inanmış bir müslüman;
kalbiyle, sözüyle, işiyle velhasıl her yönüyle doğru olmak zorundadır. Müslüman
iki yüzlü olmaz. O, olduğu gibi görünür, göründüğü gibi de olur. Sözü özüne
uyar. İçi başka dışı başka olmaz. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Sen,
beraberindeki tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı
gitmeyin, doğrusu Allah yaptıklarınızı görür.” (Hûd 112) Gerçek mümin;
hakkı sever, hakkı söyler, hakkı saklamaz ve haktan rahatsız olmaz.
Başkalarının hakkına asla tecavüz etmez. Yalan söylemez, yalan yere yemin
etmez, yalancı şâhitlik yapmaz. Hiçbir işine hile karıştırmaz. İşte doğruluk ve
istikamet budur…
Fertleri, doğruluk vasfını kaybetmiş
toplumlarda, yalancılık hâkim olur. İnsanlar arası ilişkiler yapmacık olur ve
doğruluktan uzaklaşır. İnsanlar şahsî çıkarlar peşinde birbirlerini kandırmak
için türlü oyun ve desiselere başvururlar. Böyle bir toplumda insanlar, âhireti
düşünmez, materyalist dünyanın hevâ ve heveslerine uyarlar. Çünkü böyle
insanlarda, Allah korkusu yoktur. Bu, kuşku toplumudur. Kimse kimseye güvenmez.
Böyle bir toplumda, yalancılık yüzünden çoğu zaman hakikat da ortaya çıkmaz...
Doğruluktan ayrılanlar, yalnız içinde
yaşadıkları cemiyete zarar vermekle kalmazlar, kendilerinden sonraki nesillere
de kötü örnek olurlar. Doğruluktan ayrılanlar, aslında başkalarını değil,
kendilerini aldatmakta ve yıkmaktadırlar. Dolambaçlı ve gayr-ı meşru yollarla
elde edilen servetler, sahiplerine dünyada bir leke, âhirette ise ateştir.
Dürüstlükle ve meşru yollardan elde edilen kazançlar ise, az da olsa sahibini
huzur ve saadet içinde yaşatır. Âhirette ise, cennete girmesine vesile olur.
Gerçek mümin, şartlar ne olursa olsun, emrolunduğu gibi dosdoğru olup
istikametten ayrılmaz; yalana, hileye tenezzül etmez ve şerefine gölge
düşürmez.
Nifak; insanın içinin dışına uymamasıdır.
Bu durum kimde tahakkuk ederse, münafıkların bir vasfını taşıyor, demektir. Hadis-i
şerifte buyuruldu ki: “Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz
verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.”
(Buhârî) Bu alametler, nifakın açık delilleridir.
Yalan söyleyenin, vaadini yerine
getirmeyenin ve emanete ihanet edenin özü sözüne uygun değildir. Bu üçü de
toplumsal düzenin destek aldığı üç yüksek faziletin tam zıddıdır. Her şeyden
önce itimat edilecek olan şey sözdür. Toplumsal, hukukî ve siyasî ilişkiler
sözlü itimatlarla cereyan eder. Bunun içindir ki yalan, her din ve millette
denaet-i ahlakiye yani ahlakî alçaklık olarak kabul edilmiştir. Bundan dolayı
yalanın her çeşidinden kaçmalı ve doğruluğu şiar edinmeliyiz. Tam olarak doğru
olabilmek için şunlara dikkat etmek gerekir:
Sözde doğruluk: Konuşurken, bir şeyden söz ederken; gerçeği
çarpıtmadan, ters yüz etmeden konuşmak lazımdır. Zaruret olmadıkça tarizli ve
imalı konuşmamalıdır. Ağzımızdan çıkan
her söz doğru olmalı, vâki olanı yani olguyu yansıtmalı ve hakikatin ta kendisi
olmalıdır. Allahü Teâlânın bize verdiği en büyük nimetlerden biri de lisandır.
İnsan bu nimeti, Allah’ın yasak ettiği şeylerde; yalanda, dolanda kullanırsa o
büyük nimeti tepmiş ve nankörlük etmiş olur.
Niyette doğruluk: Yapmak istediğimiz işi, sırf Allahü Teâlânın
rızasını kazanmak için yapmaya niyetlenmeli ve bu hâlis niyete asla başka
birşeyi karıştırmamalı, yani ihlası elden bırakmamalıyız.
Azimde Doğruluk: Hayırlı işler yapmayı tasarlarken gerçekçi ve
doğru olmak gerekir. Mesela, “şöyle bir imkâna sahip olursam, şu hayırlı
işleri yaparım” diyen kimse, o imkâna sahip olduğunda sözünde durmazsa,
azminde doğru yok, demektir.
Fiilde doğruluk: Hakkaniyetle hareket etmek, haktan ayrılmamak,
sözün öze uygun olması. Yemine bağlı kalmak, verilen sözü tutmak ve yanlı iş
yapmamak gibi.
Dinimiz, doğruluğa
çok önem verir; doğru olmayı tavsiye eder ve aynı zamanda doğru insanlarla
beraber olmayı da emreder. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten
sakının; özü sözü doğru, samimi ve dürüst insanlarla beraber olun!” (Tevbe
119)