Emirlikler Osmanlıdan destek istiyor
Osmanlı Devletinin Arap Körfezindeki son nokta karakolu
Suudi Arabistan’ın körfeze nazır şehri El Hasa bölgesindeydi. Osmanlı, El
Hasa’yı Musul Vilayetine bağlamıştı ve tüm Körfezi bu bölgeden kontrol
etmekteydi.
Hindistan’dan Irak’a kadar uzanan deniz ticaret yolu
üzerinde olan Emirlikler gibi Katar ve Bahreyn de Portekizli korsanların uğrak
noktalarından biriydi.
O dönemde Kuveyt, Musul’a ve dolayısıyla da Osmanlıya
bağlıydı.
Emirlikler, Katar ve Bahreyn müstakil ama Osmanlı ile çok
yakın dirsek temasındaydılar.
Doğal yaşam tarzı ve coğrafyası itibariyle Körfezin, bazen;
istek üzerine, bazen de; zorla hâkim güçler arasında değiş tokuş edilmesi çok
alışıldık bir durumdu.
Abu Dabi emirlerinin bölgelerinde karakol noktası kurulması
için Osmanlıya ilettikleri talep yazısı devlet arşivlerindedir.
Osmanlının dikkatini çekmemesinin nedeni; Körfezin
istihkâmdan uzak coğrafi yapısı olabilir.
Bu açığı fırsat bilen Portekiz ve ardından İngilizler;
Osmanlıya baskın çıktıklarından dolayı değil, Osmanlının bölgeye
ilgisizliğinden dolayı Körfez bölgesinde rahat rahat at oynatabilmişlerdir.
1950’li yıllarda petrolün keşfi ve 1970 yılında İngilizlerin
Körfezden çekilme kararı; Körfezde yeni bir dönemin kapısını araladı.
Ve Körfez’de; Arap Emirlikleri, Katar ve Bahreyn 1970
yılında bağımsız devlet sıfatı için Birleşmiş Milletlere başvurarak Devlet
beratlarını aldılar.
Bu ülkeler arasında şart koşulan en asgari nüfus sayısını
tutturamayanlar da vardı.
Hindistan, Pakistan ve bazı Arap ülke vatandaşlarına kimlik
dağıtarak sayıyı tutturmuşlardı.
Nüfusa alınan yabancılar ve artan istihdam ihtiyacı nedeniyle
Körfezde yabancılar; yerlilerin birkaç kat üstünde bir çoğunluktadır.
Birleşmiş Milletler raporlarında Arap Emirliğindeki yabancı
sayısı 8 Milyon 567 bin olarak ifade edilmiştir. Bu da toplam nüfusun % 87’sine
denk bir orandır.
Devletten gördükleri büyük destek ve ticari teşvikler
nedeniyle Emirliklerde asıl yerlileri alt kademe görevlerde görmek nerdeyse
imkânsızdır.
Bu yüzden de; asker ve polis güçlerinin çoğunluğunun İran,
Pakistan, Hindistan asıllılardan oluşması, kısıtlı insan kaynakları;
Emirliklerin milli güvenliğinde sayabileceğimiz en belirgin kırılma noktalarıdır.
Emirlikler de Bahreyn ve Suudi Arabistan gibi Pers İmparatorluğu
döneminden kalma İran asıllı yerlilerin çoğunlukla Şii kökenli olması ve İran Devrim
Lideri Ayetullah Humeyni’nin Velayeti Fakih ‘Din Adamına İntisap’ anlayışının Körfezin
altından halıyı çektiğini söylemek yanlış olmaz.
İran-Irak savaşında Körfez ülkelerinin harcadığı 150 milyar
dolarlık savaş bütçesinin ardında da bu anlayışın bölgede yayılmasını engelleme
çabası vardır.
Şiileri tek çatı altında ve İran merkezli İslam
Cumhuriyetinin emir komuta zincirine bağlamayı amaçlayan bu anlayış; Körfez
ülkelerindeki İran korkusunun ana nedenidir.
Saddam’ın bizzat Amerika ve İngiltere tarafından devrilmesi
ve İran’ın önünün bu anlamda açılması çok manidardır.
Irak, Bahreyn, Suudi Arabistan, Arap Emirlikleri ve Lübnan
Şia’sı çoğunlukla İranlı din adamlarını içtihatta taklit etmeye başlaması..
Suriye’de Esat ailesinin başını çektiği Nusayrilerin ve Yemen’de
Zeydi’ligi temsil eden Husilerin İran ile omuz omuza olması; Körfez’in altını
adeta boşaltmış savunmasız bırakmıştır.
Yemen’de ve Afrika’da varlık
gösteren Emirliklerin; İran’ı yayılarak dengelemek, güçlenerek korkutmak
istediğini söyleyebiliriz.
Körfez ittifakının Yemen’deki
askeri başarısızlığı, İsrail açılımını getirmiş olsa da, bu iş birliği;
geleceği parlak bir iş birliği değildir.
Geniş ve dağlık arazi yapısı,
100 milyonluk nüfusu ve ileri teknoloji füzeleriyle İran’ın İsrail karşısında
boyun eğeceğini beklemek saf dilliliktir.
Katar’ın Türkiye ile askeri
işbirliği Körfez bölgesinde; dosta güven düşmana korku veren en akıllı ittifak
şeklidir.
Körfez’in asıl korkusu İran
ise; İran’ı bölgede dengeleyebilecek tek güç, tek ülke, Türkiye’dir.
İran ile uzun kara sınırı,
tarihi bağları, İran’daki yüzde kırklara yaklaşan etnik varlığıyla Türkiye;
İran’ı caydırma gücüne sahip tek ülkedir.
Mevcut sorunlara rağmen
BAE’nin Türkiye’deki yatırım büyüklüğünün, Bahreyn Krallığının bazı savunma
sistemlerinde Türk ürünlerini tercih etmesinin bir anlamı olmalıdır.
Suudi Arabistan dâhil, Arap
Emirlikleri ve diğer Körfez ülkelerinin her biri, hangi seviyede silahlanırsa
silahlansın, nereye yayılırsa yayılsın; Türkiye’nin rakibi değil, birer doğal müttefikidir.
Coğrafik, demografik, dini ve
tarihi gerçeklerden dolayı bu böyledir ve de böyle olmak zorundadır.
Atalarının aleni destek
talebi ve Osmanlının ilgisizliği Emirlikleri günümüzde Türkiye karşısında
gereksiz bir gurur tablosu çizme gayretine itmiş olabilir.
Bu anlayışla karşılanmalıdır.
Katar ile işbirliğimiz ve her
iki taraf için sağladığı katma değerler; Körfez’de Türkiye ile işbirliğinin bir
kıstası, canlı bir örneğidir.
Ve herkes bunun farkındadır.
Körfez politikalarında
izlenmekte olan yeni politikalar en az Suriye, Libya ve Karabağ zaferleri kadar
önemlidir.
Bu da böyle bilinmelidir.