Dolar (USD)
34.58
Euro (EUR)
36.65
Gram Altın
2903.73
BIST 100
9395.39
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
27 May 2021

​Emirlikler Osmanlıdan destek istiyor

Osmanlı Devletinin Arap Körfezindeki son nokta karakolu Suudi Arabistan’ın körfeze nazır şehri El Hasa bölgesindeydi. Osmanlı, El Hasa’yı Musul Vilayetine bağlamıştı ve tüm Körfezi bu bölgeden kontrol etmekteydi.

Hindistan’dan Irak’a kadar uzanan deniz ticaret yolu üzerinde olan Emirlikler gibi Katar ve Bahreyn de Portekizli korsanların uğrak noktalarından biriydi.

O dönemde Kuveyt, Musul’a ve dolayısıyla da Osmanlıya bağlıydı.

Emirlikler, Katar ve Bahreyn müstakil ama Osmanlı ile çok yakın dirsek temasındaydılar.

Doğal yaşam tarzı ve coğrafyası itibariyle Körfezin, bazen; istek üzerine, bazen de; zorla hâkim güçler arasında değiş tokuş edilmesi çok alışıldık bir durumdu.

Abu Dabi emirlerinin bölgelerinde karakol noktası kurulması için Osmanlıya ilettikleri talep yazısı devlet arşivlerindedir.

Osmanlının dikkatini çekmemesinin nedeni; Körfezin istihkâmdan uzak coğrafi yapısı olabilir.

Bu açığı fırsat bilen Portekiz ve ardından İngilizler; Osmanlıya baskın çıktıklarından dolayı değil, Osmanlının bölgeye ilgisizliğinden dolayı Körfez bölgesinde rahat rahat at oynatabilmişlerdir.

1950’li yıllarda petrolün keşfi ve 1970 yılında İngilizlerin Körfezden çekilme kararı; Körfezde yeni bir dönemin kapısını araladı.

Ve Körfez’de; Arap Emirlikleri, Katar ve Bahreyn 1970 yılında bağımsız devlet sıfatı için Birleşmiş Milletlere başvurarak Devlet beratlarını aldılar.

Bu ülkeler arasında şart koşulan en asgari nüfus sayısını tutturamayanlar da vardı.

Hindistan, Pakistan ve bazı Arap ülke vatandaşlarına kimlik dağıtarak sayıyı tutturmuşlardı.

Nüfusa alınan yabancılar ve artan istihdam ihtiyacı nedeniyle Körfezde yabancılar; yerlilerin birkaç kat üstünde bir çoğunluktadır.

Birleşmiş Milletler raporlarında Arap Emirliğindeki yabancı sayısı 8 Milyon 567 bin olarak ifade edilmiştir. Bu da toplam nüfusun % 87’sine denk bir orandır.

Devletten gördükleri büyük destek ve ticari teşvikler nedeniyle Emirliklerde asıl yerlileri alt kademe görevlerde görmek nerdeyse imkânsızdır.

Bu yüzden de; asker ve polis güçlerinin çoğunluğunun İran, Pakistan, Hindistan asıllılardan oluşması, kısıtlı insan kaynakları; Emirliklerin milli güvenliğinde sayabileceğimiz en belirgin kırılma noktalarıdır.

Emirlikler de Bahreyn ve Suudi Arabistan gibi Pers İmparatorluğu döneminden kalma İran asıllı yerlilerin çoğunlukla Şii kökenli olması ve İran Devrim Lideri Ayetullah Humeyni’nin Velayeti Fakih ‘Din Adamına İntisap’ anlayışının Körfezin altından halıyı çektiğini söylemek yanlış olmaz.

İran-Irak savaşında Körfez ülkelerinin harcadığı 150 milyar dolarlık savaş bütçesinin ardında da bu anlayışın bölgede yayılmasını engelleme çabası vardır.

Şiileri tek çatı altında ve İran merkezli İslam Cumhuriyetinin emir komuta zincirine bağlamayı amaçlayan bu anlayış; Körfez ülkelerindeki İran korkusunun ana nedenidir.

Saddam’ın bizzat Amerika ve İngiltere tarafından devrilmesi ve İran’ın önünün bu anlamda açılması çok manidardır.

Irak, Bahreyn, Suudi Arabistan, Arap Emirlikleri ve Lübnan Şia’sı çoğunlukla İranlı din adamlarını içtihatta taklit etmeye başlaması..

Suriye’de Esat ailesinin başını çektiği Nusayrilerin ve Yemen’de Zeydi’ligi temsil eden Husilerin İran ile omuz omuza olması; Körfez’in altını adeta boşaltmış savunmasız bırakmıştır.

Yemen’de ve Afrika’da varlık gösteren Emirliklerin; İran’ı yayılarak dengelemek, güçlenerek korkutmak istediğini söyleyebiliriz.

Körfez ittifakının Yemen’deki askeri başarısızlığı, İsrail açılımını getirmiş olsa da, bu iş birliği; geleceği parlak bir iş birliği değildir.

Geniş ve dağlık arazi yapısı, 100 milyonluk nüfusu ve ileri teknoloji füzeleriyle İran’ın İsrail karşısında boyun eğeceğini beklemek saf dilliliktir.

Katar’ın Türkiye ile askeri işbirliği Körfez bölgesinde; dosta güven düşmana korku veren en akıllı ittifak şeklidir.

Körfez’in asıl korkusu İran ise; İran’ı bölgede dengeleyebilecek tek güç, tek ülke, Türkiye’dir.

İran ile uzun kara sınırı, tarihi bağları, İran’daki yüzde kırklara yaklaşan etnik varlığıyla Türkiye; İran’ı caydırma gücüne sahip tek ülkedir.

Mevcut sorunlara rağmen BAE’nin Türkiye’deki yatırım büyüklüğünün, Bahreyn Krallığının bazı savunma sistemlerinde Türk ürünlerini tercih etmesinin bir anlamı olmalıdır.

Suudi Arabistan dâhil, Arap Emirlikleri ve diğer Körfez ülkelerinin her biri, hangi seviyede silahlanırsa silahlansın, nereye yayılırsa yayılsın; Türkiye’nin rakibi değil, birer doğal müttefikidir.

Coğrafik, demografik, dini ve tarihi gerçeklerden dolayı bu böyledir ve de böyle olmak zorundadır.

Atalarının aleni destek talebi ve Osmanlının ilgisizliği Emirlikleri günümüzde Türkiye karşısında gereksiz bir gurur tablosu çizme gayretine itmiş olabilir.

Bu anlayışla karşılanmalıdır.

Katar ile işbirliğimiz ve her iki taraf için sağladığı katma değerler; Körfez’de Türkiye ile işbirliğinin bir kıstası, canlı bir örneğidir.

Ve herkes bunun farkındadır.

Körfez politikalarında izlenmekte olan yeni politikalar en az Suriye, Libya ve Karabağ zaferleri kadar önemlidir.

Bu da böyle bilinmelidir.