Emek, Ekmek, İktidar
Alın terinin kutsallığına inanıyoruz. Hak etmek ve bunu hakça paylaşım ilahî bir emirdir de. Yeryüzü sofrasına oturan tüm insanlık için yaratılan nimetler ne yazık ki bazı güçlerin elinde toplanmıştır. Sayıları çok az olan bu güç sahiplerinin elinden hakkını almak için türlü türlü çilelerle ter döken işçilerin sesi şimdi daha çok yankılanıyor. Yankılanması yetmiyor elbette, esas olan hakkın kimin elinden dağıtıldığıdır.
Bir zaman dilimini uğraşarak geçirmek, bir amaç için ter dökmek, emek vermek, gönül vermek, ömür vermek… Daha çok sıralanabilecek şey vardır işçilik için. En çok da “ekmek” için emek mücadelesi dikkat çeker. Buradaki “ekmek” geniş anlamlı bir kelimeye dönüşmüştür. Hatta anlamı öyle genişlemiştir ki siyasetin ve ideolojilerin vazgeçilmez sloganı hâline gelmiştir. Ekmek, emek ve alın teri. Bunun helal yoldan yani hakça, âdil bir şekilde elde edilmesinin de mücadelesi olmalıdır. Ekmek aslında güçtür, otoritenin en güçlü aracıdır. Ekmeği elinde tutan, aynı zamanda özgürlüğü de elinde tutar. Ekmeği verenin, özgürlük dağıttığı bir dünya düzeni. Ekmeğin kadar konuşur, ekmeğin kadar seyahat eder, ekmeğin kadar sever, ekmeğin kadar sevilirsin. Ne yazıktır ki maddeden teşekkül bir dünya düzeni bunu getirmiştir. O sebeple tüm siyasî iktidarlar ekmeğe oynamışlardır. Ekmek için vaatlerde bulunmuşlardır. Daha çok emek vermeye başlayan emekçiler ne yazık ki daha çok ekmek alamamışlardır.
Emeğin neticesinde büyüyen ekmekten pay alma savaşı doğmuştur. Ekmek büyüdükçe savaş da büyümüştür. Bugün dünya üzerinde ne kadar savaş varsa temelindeki sebep, daha büyük ekmek elde etmek içindir. Bilhassa Orta Doğu coğrafyasında emeksiz ekmek elde eden Batı, bu coğrafyayı kana bulamıştır. Uluslararası güce dönüşen ekmek, fakir milletleri şartlı refleksle yönetmenin aracı olmuştur. “Ekmek parası” denilen maddi güce erişebilmek uğruna fakir milletler, Batı’nın kucağına düşmüştür. Sömürülen ve ezilen fakir milletlerin el açtığı emperyalist ve sömürgeci Batı, ekmek dağıttığı için özgürlük de dağıtır hâle gelmiştir. Bunu da “demokrasi” adı altında yaparak en mükemmel kılıfı bulmuştur. Bu demokrasi kılıfı ne yazık ki, şimdilik elbette, tüm dünyanın benimsediği özgürlük kılıfı olmuştur. “Aç yaşarım ama özgürlüğüm olmadan asla!” sözü tam da bunu anlatır. Dünyaya yön vermek ve dünyayı yönetmek böyle daha kolay olmuştur.
“Aç ama özgür” toplum yaratma algısı da tutmamıştır. Bir zamanların “sosyalist” anlayışı başta bu özgürlük savaşını vermiştir ama güce erişen herkes erimiş, çözülmüş ve yok olmuştur. İktidar olanlar, bu temiz mücadeleden vazgeçmiştir. Rahata eren herkes savaşacak sebep bulamadığından fikrini kaybetmeye başlamıştır. Fikrini, ideolojisini, yaşam sebebini kaybederek de aslında şahsiyetini teslim etmeye başlamıştır bu türden kişiler. Sonuçta ise iktidarın çarkının dönmesi için güç vermeye dönüşen çağdaş ve rahata eren bireyler doğmuştur. Kolektif ruh ölmüş, yerine bireyci, çıkarcı, keyfine düşkün bir toplum gelmiştir.
Emek vardır ama hak için değildir artık. Ancak daha büyük ekmek için savaş vardır. Bu neyi doğurmuştur? Gözü dönmüş ve canavarlaşmış kapital bir düzene zemin hazırlamıştır. Bugün her şey “kapital” araç hâline dönüşmüştür. Ekonomik güç olarak çağdaş literatürde yerini alan bu anlayıştan kimse dönmüyor. Hangi iktidar olursa olsun, daha çok ayakta kalabilmek için daha çok güce ihtiyaç duyar. Bu güç, çağdaş toplumlarda kapital yani daha büyük sermaye demekken, geri toplumlarda ise “iş gücü” olarak artmıştır. Emek verenler, ekmeği verememiştir ancak kendisine lütuf gibi sunulmuştur ekmek. Mesele “ekmek” verebilmek, dağıtabilmektir. Bugün ekmek kıtlığı yoktur. Sadece ekmeği verenlerin aç gözlülüğü vardır. Büyüyen ekmekten neden büyük pay alamazlar emektarlar? Bu soru aslında bizi insanlık tarihi kadar eskilere götürür. Sınıf farkını korumak uğrunadır her şey. Oysa yaratılanlar eşitti. Ama iktidar sahipleri bu farkın açılmasını sağlamışlardır. Fark açıldıkça, güçlü daha güçlü olmuştur. Ezilenler, hep üsttekilerin hayatına imrenerek ömür geçirmişlerdir. Belki çok az sayıda soylu mücadele verenler vardır ama bunların sayısı çok azdır. “Hükümdar, seçkinler ve halk” olarak bölünme devam etmiştir.
Eski dünya düzeninde savaşların sebebine bakılırsa “din” önemli bir yer tutuyordu. Aslında dinin gücü de hesaba katılıyordu. Sonuçta iktidarın elinde yine bir güç unsuru idi din. Bugün dini için savaşanlar ile sermayesi için savaşların oranı nedir? Elbette din taraf tutmak için vazgeçilmez bir faktördür. Ancak hangi din olursa olsun, iktidarın kendini ikâme argümanı hâline dönüşürse sonuçta yine sömürülen bir toplum ortaya çıkar. Emeği ve dini sömürülen toplumun elde ettiği şey ise konfor olmuştur. Konfora kurban edilen emek vardır şimdi.
Günümüzde, paranın dini yoktur, görüşü hâkim olmaya başlamıştır. Sermayeyi artırarak iktidarın gücünü ve süresini uzatmak için ne kadar değer varsa hepsi likitide hâline dönüşmüştür. İnanç, emek, fikir, sanat, kültür, doğa kısacası değerli ne varsa her şeyi tahvil eden bir ekonomik politika doğmuştur. İnsanın emeğini sömürmek yetmemiştir. İnsanı insan kılan ne varsa hepsi ekonominin aracı olmuştur. İnanç turizmi denilen bir şeyi nasıl izah ederiz? İnsanların fizikî güzelliğini pazar hâline getiren ajanslara ne demeli? Evet, bugün sermaye sahiplerine emek vermek, ekmeği hak etmiş olmak yetmiyor, bir de onların iktidarını şartsız desteklemeniz isteniyor. Bu ise ruhların teslimiyetini, ölümünü getiriyor. Sezai Karakoç’un “diriliş” hareketini başlatma sebebi de buydu. Şimdi, karnı doyan ama ruhu teslim bir toplum var edilmiştir. Sezai Karakoç da bu ruhun dirilişini umuyordu.
Yeni dünya düzenini maalesef sömürenler belirlemiştir. Emekçilere ise ter akıtmak görevi düşmüştür. Bu mücadeleden sanat da edebiyat da kültür de doğmuştur. Başkaldırı, başta olmuşsa da despot yönetimlerce bastırılan ve satın alınan alt güç temsilcileri, üst güçle anlaşmaya varmışlardır. İktidar, iktidarına devam ederken alttakiler yetinmekle kalmıştır. Bir de bunlara, hâlinize şükredin, telkini verilmiştir, tutmuştur da bu telkin.
Aklımıza George Orwell’in “Hayvan Çiftliği” isimli romanı gelir. Çiftlikte yaşamlarından memnun olmayan hayvanların çiftlik sahibine başkaldırışı işe yaramamıştır, yönetimi ele geçiren domuzların taktikleriyle zulüm sürmüştür. Yaşamak için verilene yetinmek yaşam biçimi hâline geliyor, yanlış olduğunda ise, “Hayvan Çiftliği” romanında olduğu gibi domuzların yanlış yapmayacağı kanısı hâkim olduğundan mevcut düzen devam ediyordu. Bir diğer meşhur eser de Machiavelli’nin “Hükümdar” (Prens) adlı eseridir. İktidarın devamı için her türlü yolu mübah gören bir siyasî anlayış vardır.
Bugünün iktidarı, emek ve ekmeğin üstüne kuruludur. Ekmeği dağıtan iktidardır, ekmeği büyüten ve ter akıtan halktır, işçilerdir. İktidarı, seçkinler ile halk arasında seçim yapmaya zorlamak bir işe yaramıyor. Çünkü hükümdarların gerçeği görmesini engelleyen dalkavuklardan oluşan hisarlar vardır. Mücadele sonsuza değin sürecek, haksızlık hep olacak ama emektarlara düşen şudur: Şereflice bir hayat sürmek ve şahsiyet sahibi olarak ölmektir.